17 Nisan 2015 Cuma

karşıdaki kitapçının aralık kapısından yayılan Tom Waits sesi, bana yağmurlu bir günde tok topuk seslerinin ilerlediği adımları anımsattı.
sabahlarla bağlantısız olamazdı o ses, telefonun ucundaki şehrin kararsızlığından olsa gerek bazı sözcükleri içinden konuşurdu.
tümlecini yitirmiş cümleleri kafamdan tamamlamakta üstüme yoktu, ki zaten çoğu zaman kafamdan tamamlardım her şeyi.
bir tek belirsizlikleri tamamlayamadım ben, başından beri biliyorduk dünün yarından belli olmadığını ve bildiklerimiz bilmediklerimizin pimini çoktan çekmişti.
bilinmezlik tüm sakinlinliğiyle rahatsız etmeye devam ediyordu,kendi geçirgenliği içinde devinimleşen bu durum yüksek bir patlama gibi.
pencerelere koşuyordum ve pencelerelerin karşısında binalar üzerinden güneş enerjileri.
balkonlardan sarkmak da yükseklik tutkusuna dahil, korku pencerelerin arkasına geçilmiş perdelerde kalsın. ne yakılırsa oralarda yakılıyor sonra bir hayal tütüyor ucundan içimiz isler içinde, boğuluyoruz. böyle anlarda bol sigara yakmanın serüvenine kaptırıyoruz kendimizi.
perdelere siniyor ama bu önemsiz.
ben en çok parmaklara sinmesi taraftarıyım. tütün kokusu en çok parmaklara yakışır, ki bilmezler.
bilmek için tütünü tanımak mı lazım illaki, külliyen yalan bizim onla tanışıklığımız sadece 8 yıl kadar önce.
yıllarda iyi olmayabilirim ama gitmelerde gelmeye hep kötü oldum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 Oysa zaman hep kendi bildiği gibi işlerken, onun hangi noktasında durduğumu bilemiyorum.  Gerçekçilik o kadar hızlı akıyor ki yaşadığım tüm...