19 Ekim 2018 Cuma







Bahara söyle güneş toplasın, sabaha kalmaz yanındayım…


Korkularımı anlatacağım ilk önce:

Dizimin kanadığı ilk günü; sevmeye yeltendiğim ve sevilmediğimi anladığım ilk günü; acının korkuları kuşattığı ölesiye savaştığı o ilk günü.


Sonra diyeceğim:

Acı korkuları yenmişti.

Ruhumun kederden gözleri kararmış, körlüğüne birkaç cenaze bile vermişti.

Değişmişti çocukluğumun yazgısı.

Sevmeyi bilmeyenlerin meyhanesinde çıraklık yapmıştı sadece…

Bir parça ormanda yürür, denize çıplak gireriz sonra.

Sonra içeriz bak!

Karıştırmadan birkaç duble rakı veya şarap.


Sen anlatırsın ha!

Öyle özledim ki bana bir şeyler anlatmanı…


Bana kurşunların ağırlığından bahseder, savaşın yaşanmış tüm acıları kustuğunu anlatırsın.

Acı yaşandıkça korkusuz sanar ya insan kendini, işte o illüzyona nasıl küfrettiğini anlatırsın.


Sonra bir Bukowski pervasızlığı sarar ruhunu, iki afilli cümle parlatırsın: ‘’ Çamur yer, şekeri sevmem. Nerede lan benim viskim! ‘’der.

Ardından bi şarkı patlatırsın.

Dağ yeşerir…


Dağı kar tutmuş o şehirden dön bu nasıl sevda

Acılar kusmuş o şehirden dön bu nasıl kavga


Sonra seni ne kadar sevdiğime şaşırırsın belki.

Belki şımarırsın.

Belki şımardıkça azalırsın da belli olmaz benim sağım solum.


Şımarır mısın?

Aşk şımartır mı seni?

Kimi şımartmamış ki!

Şımar zaten beni ipleme, her haline şiirim ben.


Bilmezsin sihirim sen, sinirim el, yokluğuna zifirim ben.

Bilmezsin bir yel savurur senin kokuna.

İşte o rüzgara mihirim ben.


Bilmezsin ya işte o bilmediklerinin içindeki çukurum ben.

Ve bir yokluğu anlamış bu gönlüme mühürüm ben…



Beni boşver hadi bir şarkı söyle….


 Oysa zaman hep kendi bildiği gibi işlerken, onun hangi noktasında durduğumu bilemiyorum.  Gerçekçilik o kadar hızlı akıyor ki yaşadığım tüm...