30 Ağustos 2015 Pazar

İki

Sentetik bilincin ruhu sarıp sarmaladığı katmanları soyuyorum. En içe inebilmek için, kendimde vazgeçebileceğin onca şeyin varlığını yoksayma zemininin üstünü çiziyorum.
Uzun bir çizelge üzerinde tüm yaşadıklarıma birer çentik atıyorum. Zamandan arda kalanı avuçlarımda saklayabileceğimi zannederken, aslında dünden kaybetmeyeceğini sandığın ne varsa kayboluyorum.
Kaybedilenler arasında kaybolmanın ağzımda bıraktığı o pas tadı, metal seslerinin birbirine sürtülmesindeki deliliğime davetiye çıkarıyor.
İçimde gezinmelerinin sarmal düzensizliği, bizi sarıp sarmalayan tüm o hislerin kendi içinde düğümlenmelerini izliyorum.
Tüm bunlara karşın yıktığım kalıpların dibindeki son kırıntılarımızı topluyorum, ölçülüp tartılacak bir madde olmadığımız gibi, varlığın sınırsızlığı içinde çıktığım gezintilerde yalnız başıma kalışlarımın sürdürülebilir içsel konuşmalara tanık oluşunu artık yadırgamıyorum.
Dışımızda dahil olduğumuz bu dünya düzeninin aramıza soktuğu mesafeleri şehirlerle ölçmenin yoksunluğunu çok uzun zaman sonra anlıyorsun.
Ruhunun ilmek ilmek işlendiği yarınların, zamansızlığımla birlikte çizdiğimiz o sınırsızlık tablosunu aklının en ince yerine asabiliyorsun.
Özgürleşmenin, ruhunun en sıkıntılı sokaklarından yürüdüğünün üzerinden gerçekleşebileceğini artık daha iyi biliyorsun.
Tüketilen ne varsa duyduğumuz, gördüğümüz ve tattığımız.. ancak hissedilenle üretilebileceğini duyumsuyorsun.
Varlığın tüm varoluşsal sancılarının sadece kafamızın içinde bir sahne kurduğunu, ona yön verebileceğimiz bir mekanizma tarafından üretildiğini deneyimliyorsun.
Düşüncenin tüm ikilemlerini besleyen belirsizliğin, kimi zaman kesinlikten daha iyi iz bıraktığını gelecekte görebiliyorsun.
Ve belki de en çarpıcısı, sahip olduğumuz tüm duyguların zaman, koşul ve kendimize rağmen yokedilemeyişini yaşıyorsun.




Resim : Brendan Monroe - Two

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Dokunduğun her zemine parmak uçlarını bırakmamalısın, sen uyuyorken parmaklarını tutuyordum mesela. soğuk bir yaz akşamı salondaki yüzümde kaldı parmak uçların,
ve her nasılsa eylül geliyor birdenbire, hüznüm turuncuya çalıyor sonra saçlarım bulaşıyor ağaçlara dökülüyoruz birer birer.
tek başıma beceremediğim şeylerdendir nevresim değiştirmek, örtünün diğer ucunda  varlığını bilmek gibi birşey bu.
ses tonunda söylemekten çekindiğin bir şeyler var, adımın en güzel halleri mesela,
sen bağırınca gecenin tüm pencereleri kapanır cevapsız sorulara, ben sokağa dökülür saatin bile kendinden haberi olmadan.
hem kırılırsam en çok yüzüm kırılır,
bilme isterim.
sana gelmek zilini bilmediğim bir evin kapısını çalmak gibi .
hem benim de artık bir adım yok nasıl olsa


                       


Jovano, Jovanke
Kraj Vardarot sediš, mori,
belo platno beliš,
se´ nagore gledaš, dušo,
srdce moe Jovano

Jovano, Jovanke
Ja se tebe čekam, mori,
doma da si dojdeš
a ty ne dovagljaš, dušo,
srdce moe, Jovano

Jovano, Jovanke
Tvojata majka, mori,
tebe ne te pušta,
pri mene da dojdeš, dušo,
srdce moe, Jovano

24 Ağustos 2015 Pazartesi

             

                         



duyulmayan kadar çoğalıyor içim, duyulsa
bir memleket türküsü gibi geceyi küstürür.

23 Ağustos 2015 Pazar

Haz Biçimi Olarak Kapitalizm


Erilliğin dişillik üzerinden haz bulması üzerine

Kelimelerin ilk anlamları insanların bilinç altında oluşturulmuş ve baskılanmış olan bir kavrayıştan doğar. Günümüz insanından seçmeler sunacaksak eger sabit bir aklın haz denince akla getirilen ilk çağrışımının cinsel bir doyumla bağlantılı olduğu gerçeğidir.
Oysa haz duygusu ulaşılan başarı, kazanılan ödül, yenilen yemek ve bilimum ince zevklerin doyumuna ulaşma sonucunda ortaya çıkabilir. Haz, çok yönlü hissedilebilen bir olgudur.
Doğruluğu yada yanlışlığı kişiler tarafından tartışmaya açık bu konunun vardığı noktadaki gerçekliği düşünce ayrımlarını birbirine bağlar. Ne de olsa biz insanlar bir noktaya varmak için dilediğimiz yolu kullanmakta serbestiz.
Bir motive unsuru olarak dişil kişiliğin kullanılması üzerine düşüncelerden bahsedeceğim, bunun biliç altında yatan eril kişiliğin haz duygusuyla ilgili örneğim sizi yanıltmayacak.
En basitinden bir basketbol müsabakasına gidelim, bir çoğumuz sevdiğimiz yıldızın yapacağı sayılara odaklanmışızdır, bir çoğumuz bu işe para döküp bahislere girmişizdir yada bir çoğumuz sosyal bir aktiviteye katılmak için oradayızdır. Bakın herkesin farklı amaçları doğrultusunda aldığı hazlar da farklıdır. Bu koca kitlenin farklı amaçlarına araç olan dişil kişilerimiz verilen aralarda çıkar ortaya, ponpon kızlar olarak tabir edilen belli bir fiziksel statü ve toplumun onlara yüklediği güzellik kriterinin üstünde seçilmiş bu kadınlar orada bulunan kitlenin bütününe hitap eder.
Kısa aralıklarla motivasyonun belli bir seviyede tutulma amacına araç olarak kullanılırlar. Kendilerini izletip estetik unsurlar taşıyan danslarıyla topluluğa sunulurlar.
Sakın bir performans sanatıyla karıştırılmasın bu kadınların dans aktivitesi, bale gösterisinde değilizdir çünkü danstan alınan hazzın belli bir kitleye hitap etmesiyle aynı kulvarda olmadığını ayırt edebilecek düzeydeyiz.
Kitleye hitap eden dişillikleri üzerinden hazzın aracı olurlar.
En çarpıcı örneğini yakın zamanda bir haber kanalı üzerinden eriştiğim uygulamadan da bahsetmek istiyorum ve haber başlığını alıntılıyorum :
"Çin'de Kadınlar Bilgisayar Programcılarını Motive Etmek Amacıyla Kiralandı"
Programcıların çoğunluğunun erkek çalışan üzerinden, fazla mesai saatleri içerisinde çalıştırılıyor olduğunu , sosyal hayatlarının kısıtlandığı, belki de daha karşı cinsle iletişim yollarını kuramayan bireyler olduğunu düşünürsek bu işleri daha acınası hale sokmuyor mu?
 Eril kişi, dişil kişi üzerinden biliç altına gönderilen önemsenmiş olma duygusunun ilgiyle birleşiminde kendi ben'lik eksikliğinin tatmin edici duygusunun hazzını yaşayacaktır.
Bu da daha fazla motivasyon ve sistemin sorgulayıcı yanının biraz daha manipüle edilmesiyle iş verenin rahat bir nefes almasını kolaylaştıracaktır.
Üzgünüm eriller aldığınız hazzın üstünde duyulan çok daha bir büyük haz var.
Buradaki en çarpıcı örneği de kapitalizmdir.



19 Ağustos 2015 Çarşamba

Rıhtımsız Şehir


Bir akşamüstü takılmak bir martının kanadına
Taşır mı, taşırmışlar beni şehirler
Bir bankta konaklamak akşamüstüleri
Kıyısına yanaşmayan vapurları bekler gibi
Bilinmez ki açık denizlerin rıhtımları
Bak yine üstüm başım akdeniz
Hangi cebime koysan anıları kum olup akıyor ayaklarıma
Sen bu şehrin deniz gören bir otel odası
Bir akşamüstü uğurlaması





18 Ağustos 2015 Salı

Pencere Önü Çiçeği

                 

                      


Lisanıma mizacımı yakıştıramayanlar vardı bir zamanlar, ben de mahallelerinden
birer şarkı armağan ettim.
Penceren açık olursa eğer ziline basmadan aşağıdan sesleneceğim.
elimde bir nergis buketi, pencere önüne dikeceğim.
Hemen telaş etme
vakitsiz bir ayrılık haberidir adım,
belki çok kalmadan döneceğim.

15 Ağustos 2015 Cumartesi



                        



everyone has their obsession
consuming thoughts
consuming time
they hold high their prized possession
it defines the meaning of their life





14 Ağustos 2015 Cuma

           

                       



Yaşamak istediğim yerin uzağında,
hiçliğimle

hiçbir şey gelmiyor içimden.

13 Ağustos 2015 Perşembe

Hamlet

“Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına
Yoksa diretip bela denizlerine karşı
Dur, yeter demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece!
Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü.
Çünkü, o ölüm uykularında
Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından
Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
Bu düşüncedir felaketleri yaşanır yapan.
Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine
Sevgisinin kepaze edilmesine
Kanunların bu kadar yavaş
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine
Kötülere kul olmasına iyi insanın
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
Kim ister bütün bunlara katlanmak
Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek
Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa
O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya
Ürkütmese yüreğini?
Bilmediğimiz belalara atılmaktansa
Çektiklerine razı etmese insanları?
Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
Yürekten gelenin doğal rengini.
Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
Yollarını değiştirip bu yüzden
Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.

W. Shakespeare / Hamlet”


12 Ağustos 2015 Çarşamba

11 Ağustos 2015 Salı

bir tutkunun önsözü







maddem değişir, ruhum dönüşür

İnancımı kazanmak için, inancımı kaybetmişim. inanmak dokunmak gibi hissedebildiğimde varoluşuna kalktı tüm kadehler.
İçimde şaraplardan bir deniz biraz dağınığız ama temiz.
bir vapura binmişim sorgusuz sualsiz adımlıyorum kıyılarını, içim kadar yaşıyorum an'ı, küllerimden doğuyorum. en güzel özgürlük huzurdan alıyor uykusunu, geceye şarkılar söyleyebiliyorum.
akdenizden kadıköye uzanan bir öykü bu, artık biz senaryoyu ezberden değil, hicazdan yaşıyoruz.
bak bundan sonrası sözcüksüzlüğün en güzel yanı.
sen yine de biriktir ceplerinde tüm özlemleri.
önümde kendiliğinden şekilleniyor yarınlar sınırsızlığa demliyorum zamanı, elbet geçiririz bir gün.



                      



Then give me another word for it
You who are so good with words
And at keeping things vague
Because i need some of that vagueness now
It's all come back too clearly
Yes i loved you dearly
And if you're offering me diamonds and rust
I've already paid

10 Ağustos 2015 Pazartesi

                                                          J.

Zamanın bütün köşelerini tutuyorum, 
üzerine sarı ışıklar giymiş bir sokağa pencereden bakıyorsun,
ben de pencerenin diğer ucundan sana.
Aynı pencereden özlüyorum seni,
ellerim sesine karışıyor.
Hem, adımın en güzel ses tonuydu belki de sesin..
biraz belirsiz, biraz kararlı.

7 Ağustos 2015 Cuma

Joseph



                         


Yağmurlu bir Kadıköy akşamı başlamış bu hikaye, yeraltına alınan 2 biletle devam etmiş. 5 pencereli odanın perdelerini birlikte çekmişiz. Kadıköy'den dünyayaya giden bir tramvayın içine binmişiz.
çok şehir geçmişiz, çok deniz. upuzun saçlarımızı kestirmişiz, alfabeleri utandırmış kelimeleri notalardan yazmışız. kırmışız, dökmüşüz, dağıtmışız herşeyi. ama parmak uçlarımızla iyileştirmişiz birbirimizi. Kadıköy'ü şehir yapmışız, loş abajur altında kurgulamışız herşeyi.
uzandık hayatlarımızın kıyısına, kulaklarımızda notalar. 12 mevsim geçmiş üstümüzden
kış gibi sert yaz gibi sıcak olmuşuz.
Bir ev var şimdi, duvar kağıtlarını seçemediğim, kapısından el ele girmediğim..
sanırım bu kadarını taşıyamıyorum artık, göğüskafesime sığmıyor seni sevmeler.

biz hep baharlarda çiçek açmışız senle rakı sofralarında,
yine mi çiçek?
tam 3 yılı bitirmişiz bugün.

3 Ağustos 2015 Pazartesi

2 Ağustos 2015 Pazar

mayday

         

                           


Kendimi ortadan ikiye bölüyorum, bir tarafım o çok beğendikleri gülümsemeyi takınıyor dudaklarına, ne istediğimi biliyorum onlarca. evet beni böyle görmek istiyorlar, yoruluyorum.
diğer tarafıma kimseyi bulaştırmıyorum. tuzların üstüne yakınayak yürüyorum, pişiriyor içimi ve her çıktığım yolculuk zirvesinde ne oldugundan habersiz tırmandırıyor beni varoluşuna.
tüm bu yokuşların merdivenlerini kendi kafamda yaratıyor, tepeye yaklaşıp kendimle karşılaştığımda bir kez daha bırakıyorum kendimi aşağı.
öldürüyorum, doğuyorum, doğuruyorum, tutkum tırmanıyor, uykuna sarılıyorum, huzur buluyorum.
bir an o sessizlikte kimsenin haberi yokken tekrar atlıyorum aşağı.
kaç parçaya bölündüğümü bilmiyorum, tüm sorumlulukları alıyorum yerden yapıştırıyorum kendime.
sonra biraz saçlarım uzuyor kesiyorum tüm sorumlulukları.
senin bu atomlarınla atomlarım birbirine kenetli ya hani, birlikte bir hastalık yetiştirip yeniden iyileştirmişiz ya onu. kimse bildiğini görmeden tüm çemberlerin dışına itmişiz çevremizdekileri. kimseye zararımız dokunsun istememişiz.
atomlarım atomlarını çok sevmiş.
çıkışlarım inişlerini,
parmaklarım parmak uçlarını
ayaklarım zeminini
zihnim yüzeyini
kafamın içindeki çarkların içinden geçiyor tüm duyuların belirsizliğin kokusunu alıp, zamanın tadına bakıyorum ve tüm bunları seni tekrar doğururken düşünüyorum.
ben bir şehirdeyim şimdi, her şehre aynı mesafeli gibi yine algılarımı altüst eden bir yanıltması var bu duvarların, başa mı dönüyorum bu sefer tek başıma. kendi sesimin yankısından başka duyabildiğim o uzak topraklarda.


1 Ağustos 2015 Cumartesi

mıknatıssız pusula


ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.
adlı bir cengaver olarak telefon ediyorum.
hakiki cinayetler işleniyor görüyorum.
isa görüyor, şeyhim görüyor, ben görüyorum.
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.


yüzyıl şilisinden bir dazz javulcusu inliyor tam arlarımda
hiç durmadan kentlimağlup kıyasıya mağrur ve mor
bir çocuğum şimdi pişman olmak için
birbiriylebağlantılıyüzbinlerceyılım vor.

seni sevmem
bu savaşı
kesintiye uğratmaz
ama ordan bakma!
bu, werther’in
leş kanını
gül kılar.

birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
otobüsler olacak, tirenler, bütün öldürülmüş cumhuriyet şehirleri
saçlarım uzun olacak, bıyıklar, gözlükler, gideceğim
çığlıklarla düzülmüştür aşk şiirleri.
gideceğim ensk ökümde devlet denen şirk,
beb gözüğümde kent gördükçe kırılan gıçlar,
ve bir dizeyi haklar gibi terli ellerim
bu çağın açısını dik tutacaklar.

bana bir öpücük verin yoksa galip döneceğim
ufka bir kesin ordum akıverecek
elimde çözülecek makina ve cinayet
marşlar yazıp halkımla söyleyeceğim yoksa.

inanmışım kaybetmek esrarıdır olmanın
çıldırmış bir vaşak gibi kaybediyorum.
ipimden kurtulmuşum kaybediyorum.
birleşmiyor ellerimiz haykırıyor trapez
tanklar tank olup geçiyor üstümüzden
helvetius haklı, devlet şaşkın, piyanist kara
memleket sana rağmen ket vururken yarama
şu çıplak çocuk şu tüyük bürk şairi ben
-ve emir “kun” diyor; doğuruluyorum-
“bu ülke”den daha bıçkın tamlama bilmiyorum.
bana bir öpücük verin yoksa şair öleceğim
ikdildar tohmekecek sözüme yoksa
ve bir dizenin tan yerini ağartamsıysa
ellerini tutarım ki kudurtucudur.
bunun için gözlerinin meryem hali sevgilim
gözlerinin meryem hali gerçek yurdumdur
ki zuhrettiğinde ilk formuyla isa yeniden
ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorumdur.

ben bu çağdan bir kere de şerefimle geçeceğim
lazım gelen gülleri göğsüme gömmüşüm
birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
bunu daha çok küçükken bir filmde görmüştüm!

ah laikse aşkımız biter elbet bir kışbaharyaz günü
gözlerin uçurumlar kaydeder avuçlarıma
bir çınar gövdesini bir hamle daha yayar
üç içbükey komodin silah çeker vurulur
sen gidersin, denklem düşer, ben aşk olduğumu ağlarım
bir kelebek konduğu yerde bir mayın olduğunu anlar.

ben dünyaya karşı durmak ile meşhurum
olma. yokluğun bulunmama larcivert lavlar akıtır.
nasıl çekip gitmiş bir şaman
çekip gitmiş, bir şaman değilse en çok
benim gibi sonsuz bir at
hiç koşmuyorken de attır.

biliyorum lir sızmıyor şakaklarımdan
ve yüzümde şeyh çıldırtan yarıklar da yok
annem beni hep çok sevdi, kız gördüm mü ağlıyorum
modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.

mıknatıssız bir pusula olarak

Ah Muhsin Ünlü



 Oysa zaman hep kendi bildiği gibi işlerken, onun hangi noktasında durduğumu bilemiyorum.  Gerçekçilik o kadar hızlı akıyor ki yaşadığım tüm...