Uzun bir çizelge üzerinde tüm yaşadıklarıma birer çentik atıyorum. Zamandan arda kalanı avuçlarımda saklayabileceğimi zannederken, aslında dünden kaybetmeyeceğini sandığın ne varsa kayboluyorum.
Kaybedilenler arasında kaybolmanın ağzımda bıraktığı o pas tadı, metal seslerinin birbirine sürtülmesindeki deliliğime davetiye çıkarıyor.
İçimde gezinmelerinin sarmal düzensizliği, bizi sarıp sarmalayan tüm o hislerin kendi içinde düğümlenmelerini izliyorum.
Tüm bunlara karşın yıktığım kalıpların dibindeki son kırıntılarımızı topluyorum, ölçülüp tartılacak bir madde olmadığımız gibi, varlığın sınırsızlığı içinde çıktığım gezintilerde yalnız başıma kalışlarımın sürdürülebilir içsel konuşmalara tanık oluşunu artık yadırgamıyorum.
Dışımızda dahil olduğumuz bu dünya düzeninin aramıza soktuğu mesafeleri şehirlerle ölçmenin yoksunluğunu çok uzun zaman sonra anlıyorsun.
Ruhunun ilmek ilmek işlendiği yarınların, zamansızlığımla birlikte çizdiğimiz o sınırsızlık tablosunu aklının en ince yerine asabiliyorsun.
Özgürleşmenin, ruhunun en sıkıntılı sokaklarından yürüdüğünün üzerinden gerçekleşebileceğini artık daha iyi biliyorsun.
Tüketilen ne varsa duyduğumuz, gördüğümüz ve tattığımız.. ancak hissedilenle üretilebileceğini duyumsuyorsun.
Varlığın tüm varoluşsal sancılarının sadece kafamızın içinde bir sahne kurduğunu, ona yön verebileceğimiz bir mekanizma tarafından üretildiğini deneyimliyorsun.
Düşüncenin tüm ikilemlerini besleyen belirsizliğin, kimi zaman kesinlikten daha iyi iz bıraktığını gelecekte görebiliyorsun.
Ve belki de en çarpıcısı, sahip olduğumuz tüm duyguların zaman, koşul ve kendimize rağmen yokedilemeyişini yaşıyorsun.
Resim : Brendan Monroe - Two