30 Haziran 2015 Salı

Bu kaçıncı zaman
eğilip bükülebildiği kadar oynamalı bu hisleri, histerik bir kriz de değil ki oysa
üstünde yürünemedikten sonra bu yolların ıslaklığı kadar bile yağamıyorum topraklarına. kurumuş dallara renk bağlamak da alışkanlığım değildir ki benim.
ah kurumuş küçük ağaç..
seni olduğun gibi kupkuru sevebilmek kadar güzeli yok.

29 Haziran 2015 Pazartesi

When I am laid in earth

             

                    





When I am laid, am laid in earth, May my wrongs create
No trouble, no trouble in thy breast;
Remember me, but ah! forget my fate,
Remember me, remember me, but ah! forget my fate.








25 Haziran 2015 Perşembe

Dip Ve Derin





“Dip” her zaman derinde olmadığı gibi

               –sığ suların da dibi vardır çünkü–

derinde olanlarının da derinliği ona yüz sürenin konumuna bakar.

 – Derin sularda yaşayan canlılar da vardır ve onlar için derinlik yüzeyin kendidir.



Barış Acar, Procrustes’in Yatağı, Monokl / Estetik Dizisi






















Michael Vincent Manalo- - The Many Faces Of A Heartbeat, 2013


24 Haziran 2015 Çarşamba

18 Haziran 2015 Perşembe


bir gece lambası bestesi bu
odada alkol kurusu, yağmur kokusu
suskunluğun eşlik ettiği bir sabaha
bu pencereler ne sana ne bana düşman
fakat tahammülü yok fırtınanın
seni beni darmadağın etmeye meyil etmiş, savuruyor
uzağına bağladığım tüm hayaller çözülüyor
sokaklarını bilmediğim bir yerdeyim
denize dökülen yollar yok burada mesela
bu öyle bir hava ki kapı dışarı adım atsam 
sağanağına tutuluyor saçlarım
haziranın ortasında üşütüyor bizi
biliyorum ki bana dargın bir semt var
adım atsam vapurlar hırçın
son sefer de iptal oluyor



17 Haziran 2015 Çarşamba



'köprüden geçerken denize bakıyorum:
asfalt gibi, simsiyah. köprünün her yerinden asfalta bırakıyorum kendimi.
binlerce kere.
taksi ilerledikçe, arka kapıdan akın akın aşağıya atlayıp
asfalta çakılıyorum. 
binlerce kişinin aynı anda köprüden atladığını düşün
ve şimdi hepsinin ben olduğumu düşün.'


15 Haziran 2015 Pazartesi





küçük bir fanusun penceresinden bakıyorum şehre
bir ismim olmalı benim
boğazı tek başıma geçebilecek miyim?
hem daha vapurları görmeden
kadıköyü çok özledim.

4 Haziran 2015 Perşembe

                 


 Senin sessizliğin gürültülü'.
Küçücük odanın içinde kaybolduğunu görüyorum. Sırf ağrılardan kaçabilmek için kapıları kapatıyorsun. Belkide haklısın ama, en acısı ne biliyor musun;
dönmeye çalışırken yüzünde oluşan ifadeler.. ve üzüntü bir hastalık gibi duruyor yüzünde.
Anlamlı kavgaları olmalı insanın.
Savaşmayı ve sevmeyi sürdür, sürdürmeyi sürdür.
Bu gönül benim anlamadığım bir lisan. Dilim sürçüyor.
Hüznümün üzerine ağırlık koymam lazım. Değil mi ama? Yani vakitsiz bir gözyaşı olmasın diye, muhtelif duygularımıza kas yapıyoruz.



2 Haziran 2015 Salı

                      





zamanın bütün köşelerini tutuyorum
biraz ağrılı, ağırlığınca yavaş
baksana! sana da duyuluyor mu
orta dereceli hayallerin orta yerinden
denize dökülen sokakların martı sesleri
bütün yalnızlık ve üşenmişlikleriyle
bir kaç eşya dolusu dar odaların duvarları
nezaketen açık renkli boyanmış duvarları
muğlak gecelerin sabahlarına
asılmış o tabloyu üstünde taşıyor
kurşun bir kalemle yazılmış
belli belirsiz bir tarihin
duvarları çöküyor
ve sen balkona çıkıp
bir sigara daha yakıyorsun
en güzel yerinde evin

1 Haziran 2015 Pazartesi

Ben'ci Bilincin Perde Arkası


Normatif bilinçlerin benlikleri üzerinden kurulan ilişki diyalogları, eksiklikler üzerine kurulmuş yıkılmaya müsait bir yaşam belirtisi sergiler.
Yaşam belirtisinden bahsedecek olursak, bu normatif bilinçler her an öleceklermiş gibi davranıp başkalarından yaşam ünitesi desteği sağlamaya çalışırken, kendi hayatlarından küçük bir zaman zarfı içerisinde nefes almaya çalışırlar. Ben’ci hareketlerinin arkasında yatan pek çok neden vardır. Bunların en güçlüsü ‘ben’ bilincine ulaşmak adına karşısındaki insanın tüm yaşamsal aktivitelerine dahil olup, en ufak bir üretim frekansını yakaladığı takdirde konuçlanma sürecini de başlatmış olurlar. Kendi eksiklikleri üzerinden bir başkasından varolma çabaları aslında sömürünün en şık kılıfı altına gizlenmiştir.


Sınırlarını ihlal ettikleri her yaşamdan nemalanmak kendi dönüşümlerine dair bir ritüel haline gelmiştir.
Kendi başlarına birey olmanın fikri ne kadar çekici gelirse gelsin, kendilerini sürdürebilmek adına bir başkasının benliğini emmekten çekinmezler.
Nefes almak adına yarattıkları küçük zaman diliminin süresi dolmaya yakın karşı bilincin uyanmasına izin vermeden rutine indirgenmiş ritüellerinin sergilenmesi de kaçınılmazdır.

Kurdukları bu düzen içinde egemenliğin en yüksek basamaklarından bir süre sonra düşüşe geçeceklerinden habersiz ritüellerinin kaçınılmaz devir daimleriyle kendi fanuslarını geliştirmeye devam ederler.
Her gelişime açık oluşum, gelişmeye başladıktan itibaren sonlanmaya mahkumdur.
Bu, tüketim toplumu bireyinin aktivize durumunun pasivize duruma geçişine kadar geçen sürede varoluşlarını tamamlama evresi öyküsünün sonucudur.

Birey bundan sonra adını ‘boşluk’ olarak adlandırdığı bir uzamın ben’lik faaliyetlerinden uzak, varoluş sancısı çekmekte olduğu evreye girmiş bulunmaktadır.
Kendi yaşamının her evresinde başkalarında dahil olabildiği ölçüde anlamlandırdığı ben’in anılarına sığınışı bir tür kendini hatırlama bilincidir.

Aklın sırtlandığı onca yükü, bir daha asla hatırlanmayacak kadar unutmaya yeltenebilir, bir şeyi sanki daha önce hiç bilmiyormuşçasına  nasıl unutabilir?

İşte asıl çürüme de burada başlamaktadır. Anılar ile dönüşüm süreci içinde sıkışıp kalan birey, geçmişle geleceğin birleştiği araf olarak da adlandırabileceğimiz aralıkta, ne geçmişle yüzleşebilir ne de geleceğe dair bir adım atabilir.
Araf aralığının ben’liğini kemirici, süreci dahilinde ben’ciliğini konuşturan tüketici haline evrilmeye devam eder.

Eskiden olduğu gibi kendi ben’ini doyurduğu üreticilerden stokladığı ben’liği erimeye başlayıp, bitişe az kala ben’ciliğinin yeni atılımıyla duygu durumunun geliştirdiği seviyede yaptığı sömürüyü bir silah olarak kullanır.

Ben’ci tetiği çekmekten çekinmez, fakat bir şeyi hesaba katmamıştır.. Bu, ‘kurşun’ geçirmez bir zırhın sömürülenin üstünde ne de güzel durduğudur.
Ne istediği yere varabilmiştir, ne de istenilen aynı yerde saymıştır.
Böylece tüketim toplumu bireyi, kendi yararttığı boşluğun dayanılmaz hazzına dair kurduğu dünyasında kendi’nden yemeye devam etmekte, ben’ciliğin doymak bilmeyen sancısıyla zamanını tüketmektedir.


Resim : Anna Parkina : Untitled 1, 2013


 Oysa zaman hep kendi bildiği gibi işlerken, onun hangi noktasında durduğumu bilemiyorum.  Gerçekçilik o kadar hızlı akıyor ki yaşadığım tüm...