27 Şubat 2011 Pazar

Vücut Gürültüsü

Önsözü belirsiz mor delirme!

Ve o!
yokolan uluyuşun arı morgu!
sahte!
delinen yüzünün püf noktası!
Ve o!
herkimsenin.
Pusuya yatmakta hezeyan!
kımıltının tazziyinde sırça serçeyim,
macera olmanın kanlı gizi!şüphe,
çatlak bir yüzleşmenin içinde gözlenen
en son çıldıran karanfilsin sen!
Ve o!şüphe,
aşınmayan!
nine ipliği
gibi ''illaki büklümler'iyle ilk uzay!''
Ve o!şüphe!
elleriyle gövdede ilk tavaf!
suyun bardağa dolarken çıkarttığı ses o!
köpük olan şüphe,
aşk sadrazamı,seks destroyei,organ prensi!
O'ndan atıştıran yağmurda ben
sözcüğü eleveren karaltı gibi
senin kalp atışlarını yaladım
Ve o!şüphe,
Salaş yeşilin tayı,deniz hardalı gözlerinde
silinen his,yarılan bileğin laciverdi!
bir parça bach,bir parça proust!
Ve o!şüphe,sözcüğü eleveren karaltı gibi
kar altında sokulurken yarana
avucunda ağlayarak büyüyen yaralı tarantula!
Karanlık ölümsüzlükten atılan deri,fırlayan koku,
heryanın yosun,heryanın mantar
yürüyorsun adımların senden habersiz,şüphe
hırpalanmış kirpikler,tartaklanmış dudaklar
ve ah o derin ve ah o masum şüphe!...
Kim olduğunu yitirmiş yarım bir korkuluksundur
nerden gelip nereye gittiğini bilmeyen bir hikaye,
koltukdeğnekleriyle dolaşan bir karanfilsindir sen,
tekerlekli iskemlesini camkenarına çeken bir karanfil
senin taçyapraklarına yuva kuran o delişmen şüphe
soluklanma yarasıdır,özveri değil!
Sana yalnızlığın aynasını tutuyorum
senin kudretinden taşınn ışığım ben,anla!
lütfen anla beni Lethe!
ne kuduz bir çiçeksin sen
ne de saldırgan bir özlem
seni burda şu hırçınlığına tutsak eden
yalnızca duru bir şüphe!
Ve o! ve o ki,
kimsesizliği,örselenmiş platin bir kıl gibi
geçmişmize sarkıtan,ve yine o ki,
geçmişini bir dönümden gençliğimize akıtan
sapık bir üvey tanrı,
dualar onun telaffuzu
mikroplar onun ılık ayaklarıdır,hey
dinle beni Lethe!
sen ölü bir gövdeymişçesine süzülürken sessizce
kararmamızda önsözü belirsiz mor bir delirme
bir vücut gürültüsünden hiç değilse
sen delirme Lethe!
                        malum yazardan..

22 Şubat 2011 Salı

Bağlantısız

Sonsuzluğun grisine uzanan gri bir gökyüzünü barındıran gözlerden çerçevesi kırılmış bir düşe bakarken sustum.
Noktamın virgüle karıştığı bir ritimden aşağı kalır bir yanım yoktu.
Şehirdi yaprakları oluşturan ,sayfalardı parmak hareketlerim.
En ağır notaların tek tek düşmesiydi satırlardan aklımın en ucra köşesine.Kimi zaman askıya alınmış bir gülüş yıkadım yüzümde.
Olmadı..kırışıklıklara uydurulmuş bir bahane.
Tını mıdır duvarları çınlatan?
Ben duyarım,sesim sessizliğime gömülür.
Sakin bir suyun,sıcağa köpürmesi gibi inatla düşlenen imge.
Baştan sona tekrarsız okunan bir yazı..
Gidip gelinen otobüs asfaltlarınınarasına sıkışmış dakikalar..
Güzel kokulu birşeyin ardından gitmek gibi,durup da bir bardak nefes dikerken kafama,aklıma kaçarsın.
O an boğulmakla,nefes alma arasında gidip gelen organlarım varlığıma küfreder.
Sakinlemişken hava,biraz daha savrulup bağlandığım kayaya koparsın diye ipimi,düşmekten sakınırım.
Hayal kurmanın git gide bulanıklaştığı bu akılda,belli belirsiz bir mürekkep sadeliğinde yazılırsın boş sayfalara.
Bu da bitti diye noktayı koymak değildir düşünce, sonun gelemeyeceği üç nokta arasında gidip gelmek...
Geçmezdi Aklımdan.

 Oysa zaman hep kendi bildiği gibi işlerken, onun hangi noktasında durduğumu bilemiyorum.  Gerçekçilik o kadar hızlı akıyor ki yaşadığım tüm...