28 Mart 2015 Cumartesi

Tabula Rasa - Arvo Part - II. Silentium: Senza moto

Zamanı beklemek ...





a






Pencereye yağmur vuruyor
kalk bak diyor
otoportreler asılı balkondaki çamaşır tellerinde,
hala nemli bazıları.
pencereye yöneliyorsun için ıslanıyor yağarken
'Günaydın' diyorsun,
Sanki şehirler arası köprü gibi
üzerinde kelimeler gidip geliyor
Ve yineliyorsun ;
- Günaydın..








                                                                                  *bizim eski evin renkli perdeleri
                                                                                                                        2012


                                                                                 


24 Mart 2015 Salı

Ruhumun bilincini yitirdiğimde içimdeki cinayetlerin katiline mesul tutuluyorum.
Binlerce kelime yüzüyor içimin okyanusunda
Uluslararası su yolları ihlali gözetmeksizin
Bütün dillerde anlam buluyor kelimeler
Onlar, eksik ayaklanmalarının eşliğinde bozguna uğrarken
Biz daha sağlam basıyoruz gökyüzüne.
Tüm bu bina yığınlarının arasında
gökyüzüne bakmak gibi özgürlük..
Varlığını içimize çekip aynı katmanın altında soluklanıyoruz
Bir direnme mevsimiydi Kış
Soğuğun kalkan olduğu şehirlerarası
Bir otobüs terminalinde beklenen gecikmeli seferler gibi
Kafamın içinde ne haritalar yaktım bir bilsen..
Saatler en çok gece yarısı vuruyor büyük yalnızlığı duvarlara
Duvarlara kazınmış dizelerin baş kahramanı ilan ettiğin sesim
 Delip geçiyor duvarları
İçindeki devrimin ilk sireni
Konuştukça çoğaldığımız
Sesim;
İçinde saklı kalmış,
Kayıp bir çağlayanın gürül gürül aktığı yere
Konmuş bir masal kuşu.




23 Mart 2015 Pazartesi

100 Years of Beauty in 1 Minute

Dilleri ,ırkları, güzellikleri farklı kadınlar..
Ve bu kadınlar tüm kadınlar gibi mutsuzluklarını
güzelleşmeye çalışarak gizlediler vitrinlerinin
arkasına. Hep 'güzel' diye tabir edilen kalıpların
arasında sıkışıp kaldılar, belki de kendi zevklerinden
çok uzak, toplum zevklerine çok yakın.
Başkalarının güzeli olup kendilerine kalamadılar.
Yüzyılın işkencesidir 'güzellik' !










                                       



                                         














Burjuva Ahlakını Yıkan Bir Kadın Milena Jesenska

                             

                                   Burjuva Ahlakını Yıkan Bir Kadın Milena Jesenska






ayrılık ayracı


bütün ayraçları kaldırdın ama unuttuğun
bir şey vardı yine de, çiçekleri sulamadın
gökyüzü sarardı o zaman bulutlar kirlendi
ve ne kadar az konuşur olduk günboyu
birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
tam da susuşların birbirine eklendiği yerde
ezberlenecek hiçbir şey yok bu dünyada
kirletilmemiş bir bulut bile yok artık
böyle diyorsun her yolculuğa çıkışımda
yaşadığın kent de sana benziyor gitgide
ne zaman dönmeyi düşünsem yangın çıkıyor
ya da erteletiyorum biletimi son anda
uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam
karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin
yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık
fotoğraflarımı yırtıp atıyorum tek tek
ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi
eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık
üşüyünce ağlıyorsun yalnızım dememek için
uçaklar gemiler trenler çiziyorsun duvarlara
kendine bir deniz bul artık bir de rüzgâr
parçalanacağın bir uçurum bul bu dünyada
tek tutkun o kenti bırakıp gelmek olmalı
ve gelirken havaya uçurmak bindiğin otobüsü
birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde
konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu
derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa
ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın
ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını


                                                                          *Ahmet Telli

22 Mart 2015 Pazar




'Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim', dedin
'bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.

Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.'
                     
                                                           Konstantinos Kavafis




18 Mart 2015 Çarşamba

Fincanın dibindeki kahve yorgunluğu bu sabahlar
İlkbaharın gelişigüzel terkedilmişliğinden olsa gerek
Zaman aralığını süpürmeyi görev üstlenen nikotin çiçekleri
Sızıntıya mahal vermeyen duyular arası
Geçiş tünelleri bu içimizdeki
Daha önce hiç gidilmeyen uzak rıhtımların sonsuzluk vizeleri
Bel kemiğindeki sıvı sözcükler
Kelimeleri dondurup kaynatan parmak vurgusu
Deniz aşırı rutubet kokusu
Hiç tanınmamış tutsaklık bu zaman arası mesafeler
Ve özgürlük ;
Sınırları çizilmemiş bir harita içinin cografyasında

16 Mart 2015 Pazartesi

*Kırmızı



Beni kendime ördüğüm kozanın dışına çıkarmaya çalışıyordun, farkındaydım. Senin çabanın işe yaradığı kuşkusuz da benimkinden o kadar emin değilim. Belki bazı kişilikler, kozadan çıkmak istemiyorlardır; o, ölüm kozası bile olsa. 

Kimin hakkı vardı kişiyi kozasından çıkartmaya?

Sevilmemeyi rahatça kaldırabiliyorsun da sevilmek zor geliyor sana, sen de bunu anlamıyorsun.

Seninle konuşmak, gergin bir ipte yürümeye benziyor artık. O kadar sertleşmişsin ki, bir rimelin akmasında bile suçlayıcı ipuçları arıyorsun.

İnsan önce renklerden başlamalı değişmeye, dedi gözlerinin içine bakarak. Yoksa kırmızıyı sevdiğimi kim söyledi?

Koyu tarçınla acı karanfil karışımı bir duygu, bir tat. Batan güneşin kızılıyla baygın ıhlamur kokusu.

Karşımdaki kadın bir metin olsaydı, türkçesini çözebilirdim.
Ama o baştan beri yarı-saydam olsa da gizlerini ele vermemekte kararlı bir kişilikti. Sanki belli bir ulusu yoktu, yersiz-yurtsuzdu, yalnızca seyircilerinin yaşamlarına kırmızı damgasını basmış bir efsaneydi.




                                                               
                                                                 *Tomris Uyar
                                                                 Aramızdaki Şey


15 Mart 2015 Pazar

"Başı sonu belirsiz bir uzamın bulanıklaşan derinliklerinde gitgide silikleşip gözden yiten, ince ve kırılgan, kıvrımlı bükümlü yaşam çizgisinin izlediği rastlantısal yolda bir diğeriyle kesişmesi ve belki de bilinmeyen bir zamanda yine buluşmak üzere çatallanıp ayrılmadan önce kısacık bir süre için bile olsa yol arkadaşıyla sıradışı bir koşutluk göstermesi ne tuhaf!"

                                                                                                                    *Eşikte




10 Mart 2015 Salı

Metalaştırılan herşeye dahilliğimi reddediyorum

Geceleri uyuyamıyor sabahlara uyanmak bilmiyordum.
Kendimden eksilttiğim zamanlarda onun bir süre iyi hissetmesini sağlıyor, sonrasında kendi hissizliğimin basamaklarını çıkıyordum birer birer.
Dokusu benimkiyle çok farklı bir ruha bu kadar anlam yüklemenin ileride anlamımı yitirmeme neden olacağını bilmiyor oluşum, vazgeçişlerin önüne geçmeme neden oluyordu.
 İnanmak tehlikelidir.
İnanmışsan eğer, doğruluğu yanlışlığı gözetmeksizin peşinden gidersin.
Ruhumun dokusunun ruhunun dokusuyla uyuştuğuna kendimi öyle bir inandırmışım ki..
Hayal kırıklıkları inancımı kamçıladı.
Farkındalık bir süre sonra kontrolden çıkmış öğrenilmiş bir çaresizliğe dönüşmüştü.
Uyuşuyordum, beni ben yapan her zerremi gün geçtikçe terkediyor bir başkasının gözünden normalize edilmiş bir hayata adapte edilmeye zorluyordum kendimi.
En son ne zaman ruhuma dokunmuştu?
Tenlerimiz ürperebilir.
En şiddetli fırtınadan tutun da tüğ hafifliğindeki bir rüzgarın dokunuşu arasındaki farkı hissedemez olursunuz.
Dokuların bozuluşu hafife alınmamalı, iyileşmeye bırakılan alelade bir bedenden ibaret olsaydı
endişeye mahal vermezdim.
Ruhun dokusu bozulmaya başladığı zaman dokunuşların hissizliği sarıyor varlığınızı.
İçinde tıkandığım bu komplike durumun ucunda yürüyüp
Kendimle yüz yüze geldiğimde
Tanımlanmak adına
Öğrendim ki, insan ancak vermek zorunda olmadığında yaşar ruhunu.

8 Mart 2015 Pazar

- "Bazen aynada başka bir kadın görüyorum benim tam zıttım"
 "ben ne kadar ev haliysem o, o kadar sokak.
  Ben sokulgan isem, o başını alıp giden.
  Ben gündüzüm, o gece…
  Çapkın, güçlü, özgür."                                

                                                                                 dedi Müzeyyen.  haklıydı..



Bilmiyorum nasılım..

güçlü - kırılgan
gaddar - naif
olgun - anlayışsız
bencil - özverili

Ne ve Nasıl olduğuma karar veriyorlar bense ;
tam zıttımmış gibi görünüyorum,
oysa beni tanımıyorlar.

7 Mart 2015 Cumartesi

İşte tam da zamanın köprüsü üzerinde duruyorum.
Dünün getirdiklerine bakıp yarının kafamın içinde bir kurgu olmaktan çıkıp kendiliğinden gelişen
bir düzlem eğrisi oluşunu geçiriyorum aklımdan.
Daha önceleri yaptığım gibi düşündüklerimi yaşamak yerine, yarından alınmış tüm parselleri
özgür bırakıyorum.
Biliyorum ki tüm bunlar zihnimin içinde.
İnsan düşüncesiyle inşa edilmiş her hayalin bir depremi, bir kasırgası olduğu gibi
aklın tadilatıyla onarımı da mevcuttur.
Pencereye yönelip yaşadığım an'ı içime çekiyorum.
Rüzgarlar uçmaya yardımcı, tenimize uyarıcı çoğu zaman.
Aklımın tozlu raflarından çıkan tüm olgular, tanıdığım ve tamamlayıcı kavramlara bırakıyor yerini.
Her hareket ediş hafızalanıyor düne. Farkındalık, duyularımıza kurulan bir eşik.
O eşik yükseldikçe kısaltıyoruz zamanı.
Soguk olanın aslında yangın, yangın olanın aslında buz olduğunun eşiğine uzanıyorum.
Aklımın uzuvlarının katedemeyeceği mesafe kalmıyor.
Artık elimde bilmediklerim, varlığını kanıksadığım, öz dediğimizin aslında yontulmaya muhtaç soyut bir heykel  gibi avuç içlerinde sakladığımız en ilkel parça olduğunun bilincindeyim.
Sessizliğin en yüksek tonundayken bile nasıl bir patlama yarattığının öğrenilmişliğiyle,
sahip olduğum frekansın ayarsızlığını birleştiriyorum.
Karamsarlıktan şikayet edip ışıkta uyuyamayanlardan bir noktada ayrılıyoruz.
Karamsarlık karanlıktan değil, ışıktan doğar. Görüp görebildiğimiz ne varsa bizi karamsarlığa sürüklemekte birer aracı kılmıştır ışığı.
Bizler ışığın varlığını kabul edip, karanlığın bilincinde tanımlayabiliyoruz.
Aydınlatırken geceyi bir hayal yakarak başlamalı . .
unutmamalı ki ateş bir yokoluşu değil, kendini gerçekleştirme evresinde yontulmayı temsil eder.
Ateş, yanarak o an'ki biçimselliğinden sonraki kalan'a dönüşümü tamamlayıcıdır.
Öyleyse yanmalı, yakmalı . .
Yeniden varolabilme adına dönüştürmeli kendini.



"Ona göre tek suç, doğaya karşı işlenen suçtur. İdeal toplum yalnızca doğa yasalarının egemen olduğu toplumdur. Kötülüğün egemen olduğu “doğal durum” insanların kendilerini savunmak için toplumsal bir sözleşme yapmaları, yasalar koymaları, özgürlüklerinden vazgeçmeleri anlamına gelir. Çünkü toplumla bireyin çıkarları birbirine karşıdır. Birey, kendi hakkını kendi arayabilmeli, gerekirse saldırgan ve kötü olarak, “kötü” doğayı karşısına almalıdır. Böylece doğayla uyum sağlamış olur. İnsan, bir kez doğa tarafından yaratıldıktan sonra,onun egemenliğinden kurtulur. Önemli olan, bu özgürlüğün bilincine varabilmektir."
                                                                                                   
                                                                                                             Marquis de Sade




6 Mart 2015 Cuma

Sandıkiçi



Geçen yaz Galata'da kaldığım zamandan içinde kaybolduğum bir sahaf, antika objeler satan dükkandan ;




                        

Yazılıp yerine ulaşamamış yada gönderilememiş
mektuplarla dolu bu sepetti ilk dikkatimi çeken..
O mektupları okumaya cesaret edemem tabi.
Fakat insanlar mektuplarını satamazlar.


                                                                                                                                                                                
Kimbilir hangi anları ölümsüzleştirdi fotograf makineleri, dünle yarının ayrıldığı bir raf çizgisi.
Daha yazılmayı bekleyen not defterleri..



Dilini bilmediğiniz bir kitabı sevebilirsiniz. İşte size kitabı sevdirenin dillerle sınırlandırılamayışı olduğunu kanıtlayan ciltleri parmak uçlarınızı zorlayan güzellikteki kitaplar..






Belki ahşap, cumbalı bir evin en güzel köşesini süsledi bu şamdanlar, saatlerin savıldığı dönemlerden bugüne ne yelkovanlar yoruldu ne akrepler. Kutularda biriktirdik biz objeleri, anlamlar yükledik ya da bizle anlamlandılar.

5 Mart 2015 Perşembe

4 Mart 2015 Çarşamba

Dil, çoğu az insanın aralarında hiç tereddütsüz geçirgenlik sağlar.
Büyük bir çarpışma sırasındaki o sessizlik..
Dokunun bu düzeyde benzediği biriyle konuşmak, bir sözcüğün dolaysızlığından çok daha yüksek bir eşiktir.
İstisnai akıl ve ruh arasındaki bu kesişme, bağlantının içi içe geçtiği tek bir frekansta artık sözcüksüz konuşulandır.

 Oysa zaman hep kendi bildiği gibi işlerken, onun hangi noktasında durduğumu bilemiyorum.  Gerçekçilik o kadar hızlı akıyor ki yaşadığım tüm...