Kendimden eksilttiğim zamanlarda onun bir süre iyi hissetmesini sağlıyor, sonrasında kendi hissizliğimin basamaklarını çıkıyordum birer birer.
Dokusu benimkiyle çok farklı bir ruha bu kadar anlam yüklemenin ileride anlamımı yitirmeme neden olacağını bilmiyor oluşum, vazgeçişlerin önüne geçmeme neden oluyordu.
İnanmak tehlikelidir.
İnanmışsan eğer, doğruluğu yanlışlığı gözetmeksizin peşinden gidersin.
Ruhumun dokusunun ruhunun dokusuyla uyuştuğuna kendimi öyle bir inandırmışım ki..
Hayal kırıklıkları inancımı kamçıladı.
Farkındalık bir süre sonra kontrolden çıkmış öğrenilmiş bir çaresizliğe dönüşmüştü.
Uyuşuyordum, beni ben yapan her zerremi gün geçtikçe terkediyor bir başkasının gözünden normalize edilmiş bir hayata adapte edilmeye zorluyordum kendimi.
En son ne zaman ruhuma dokunmuştu?
Tenlerimiz ürperebilir.
En şiddetli fırtınadan tutun da tüğ hafifliğindeki bir rüzgarın dokunuşu arasındaki farkı hissedemez olursunuz.
Dokuların bozuluşu hafife alınmamalı, iyileşmeye bırakılan alelade bir bedenden ibaret olsaydı
endişeye mahal vermezdim.
Ruhun dokusu bozulmaya başladığı zaman dokunuşların hissizliği sarıyor varlığınızı.
İçinde tıkandığım bu komplike durumun ucunda yürüyüp
Kendimle yüz yüze geldiğimde
Tanımlanmak adına
Öğrendim ki, insan ancak vermek zorunda olmadığında yaşar ruhunu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder