İşte tam da zamanın köprüsü üzerinde duruyorum.
Dünün getirdiklerine bakıp yarının kafamın içinde bir kurgu olmaktan çıkıp kendiliğinden gelişen
bir düzlem eğrisi oluşunu geçiriyorum aklımdan.
Daha önceleri yaptığım gibi düşündüklerimi yaşamak yerine, yarından alınmış tüm parselleri
özgür bırakıyorum.
Biliyorum ki tüm bunlar zihnimin içinde.
İnsan düşüncesiyle inşa edilmiş her hayalin bir depremi, bir kasırgası olduğu gibi
aklın tadilatıyla onarımı da mevcuttur.
Pencereye yönelip yaşadığım an'ı içime çekiyorum.
Rüzgarlar uçmaya yardımcı, tenimize uyarıcı çoğu zaman.
Aklımın tozlu raflarından çıkan tüm olgular, tanıdığım ve tamamlayıcı kavramlara bırakıyor yerini.
Her hareket ediş hafızalanıyor düne. Farkındalık, duyularımıza kurulan bir eşik.
O eşik yükseldikçe kısaltıyoruz zamanı.
Soguk olanın aslında yangın, yangın olanın aslında buz olduğunun eşiğine uzanıyorum.
Aklımın uzuvlarının katedemeyeceği mesafe kalmıyor.
Artık elimde bilmediklerim, varlığını kanıksadığım, öz dediğimizin aslında yontulmaya muhtaç soyut bir heykel gibi avuç içlerinde sakladığımız en ilkel parça olduğunun bilincindeyim.
Sessizliğin en yüksek tonundayken bile nasıl bir patlama yarattığının öğrenilmişliğiyle,
sahip olduğum frekansın ayarsızlığını birleştiriyorum.
Karamsarlıktan şikayet edip ışıkta uyuyamayanlardan bir noktada ayrılıyoruz.
Karamsarlık karanlıktan değil, ışıktan doğar. Görüp görebildiğimiz ne varsa bizi karamsarlığa sürüklemekte birer aracı kılmıştır ışığı.
Bizler ışığın varlığını kabul edip, karanlığın bilincinde tanımlayabiliyoruz.
Aydınlatırken geceyi bir hayal yakarak başlamalı . .
unutmamalı ki ateş bir yokoluşu değil, kendini gerçekleştirme evresinde yontulmayı temsil eder.
Ateş, yanarak o an'ki biçimselliğinden sonraki kalan'a dönüşümü tamamlayıcıdır.
Öyleyse yanmalı, yakmalı . .
Yeniden varolabilme adına dönüştürmeli kendini.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder