24 Kasım 2014 Pazartesi

Ateşle Oynamayınız

Akla misafir bir sen değilsin
Tekinsiz düşüncelerin rezervesi birkaç masa öncesinden yaptırılmış.
Seninle hiç gitmediğimiz o meyhanenin
Hiç oturmadığım taburesi de tahtadan
Tepemizde ahşap bir çatı örtüyor gökyüzünü
Bizi yine pencerelere mahkum eder gibi.
Senin insanlar dediğin gündüzleri demir parmaklıklardan daha sağlam dikiliyorlar saatlere.
Geceleri kusursuz bir seri katil edasında yürürken sokaklarda
Desem,
Yine gözden kaçırdığın o taşa takılır ayağın ve sendelersin
Sen en çok kış gelince düşersin
Kalenin içine gizlenir çürük seferler peşinde ilerlersin.
Dizlerinin üstüne bastırmakla zaman geçmiyor
Cümlelerin altından da kalkmalı arada
Yeri geldiğinde nereye gideceğini düşünmeden
Yola dökülmeyi bildiği gibi
Döke saça yürümeli insan
Bir sonraki adımını düne çivileyip, yarına attığı halatı sıkmadan
Kendi gibi yürümeli
Öznesiz, yüklemsiz
Filtresiz bir tütün gibi
Sarılmalı düşüncesine
İlk kibriti her zaman kendi çakmalı.
Yakmalı.

30 Ekim 2014 Perşembe

  Bir serüvenden bahsetmek gerekirse,  kendimden yola çıkarak öze doğru ve doğrudan yaptığım yolculuktur.
Zaman ve olguların yerle bir olduğu, Tin'sel bir oluşumdan ibaret olduğumuzu kabullenerek, bedenimden soyunmak olur.
  İçinde bulunduğum 'şimdiki' an sadece yarına bir köprü görevi üstlenir. Geçmişle gelecek arasındaki bağlantıyı yok etmeye yönelik 'şimdi'yi yaşarsınız.
  Tin'sel çakışmalar hayatımızın bazı an'larına yerleşmiş geometrik formlara benzerler. Alanlarını işgal edersem şekil değiştirmeye müsait bir forma yada algıma göre tepkilenen soyutluğa bürünürler.
  Zamanımda oturduğu yerde çukur açanların çekip gitmesi demek, kendi çukurlarına düşmem için oluşturulan zeminsel çelişkiden farklı değildir. Gitmek, kandırır ve oluşumuna hiçbir algım izin vermez.
  Böylece bedenleri akışkan, ruhları sabit kalır çukurlarımda.

26 Ekim 2014 Pazar

Faust






“Ruhun içine sarıldığı,
Kendini beğenmişliği kahrolsun.
Duyularımızı bırakmayan görünüşün,
Körleştiriciliği kahrolsun!
Kahrolsun düşlerin ikiyüzlülüğü,
Ünümüz ve adımızın sözde kalıcılığı!
Kahrolsun yaltaklanan mal ve mülk,
Kadın, çocuk, hizmetçi ve kul!
Kahrolsun, hazineler vaat ederek,
Akıl almaz şeyler yaptıran,
Ya da tembel bir zevk için,
Yastığımızı hazırlayan Para Tanrısı!
Üzümlerin uyuşturan sıvısı kahrolsun!
En yüksek aşk, umut, inanç,
Her şeyden önce sabır kahrolsun!“


Ben benim olan turuncu bir havadan bahsetmeliyim sana,
İki apartman arası mısır tarlası, arkasında bir köy, arkasında Toroslar
Geçmişlerin ileri sarılması için sırt arkası yürünür mü hiç?
İplerini kestik köprülerin, alıp veremediğim yok denizlerle.
Sana ayaklarımın altından ufalanan kaya tuzları gönderebilirim sarı bir zarfın içinde
Hangi ismimi kullanacağıma karar veremeden postacılar da gider bu memleketten,
Ben dönerim.
Tüm yersiz buluşmaların yerli şehrinde, bütün o ayaklanmalara şahit gecelere dem vurur gibi
Tükettiklerimiz, tükenişlerimiz için hayıflanırdık
Gülmek de bir tür hesaplaşma biçimiydi.
Sabahlar talihsiz bir günün başlangıcı için keskin olur,
Sabahlardan giderdim
Gecelere süratle koşmamızın bir nedeni olmalı derdim
Gözlerimi devireceğim yere, sesin devrilirdi
Bardaktan sesini kaldırmanın bir yolu yoktu.
Kendimden kaçıp sana gelirdim
Bilirsin kendimle başa çıkmak harcım değil, senin hiç değil.

11 Ekim 2014 Cumartesi

Güneye indiler kaç yıl olduğunu tam anlamıyla hatırlayamayacak yaştaydılar. Sigarasını bile söndüremeden kadın, karşılaştı adamla. Sakin bir masaya ilişti gözleri şaşırdılar hallerine.
Masa, denizden birkaç metreyle sıyrılmış köşede iki kişilik.
                                                                       - - -
Boş duruyordu, oturdular.
Kişilikler, kişilikleri.. tam da bu esnada şizofreninin hangi  safhasında olduklarını hesaplamaya çalışıp, pes ettiler.
Balıklar ekmekleri bitirene kadar devam etti konuşma. Aralıklarla güldü adam kadına, ağız kemikleri birbirine bağlı gibi birinin gülüşü diğerine bulaştı.
Etraf kalabalıklaşsın istemiyorlardı, yeterince kalabalıktılar kendi içlerinde. Masadan kalktılar,
                                                                         - - -
 Bu şehirde yerler birbirine hep yakın, kendileri gibi tüm kişiliklerinden sıyrılmış kendileri gibi biraz mahçup.
Güneş sistemini akıllarının ucunda döndürüp durdular, zamanla ilerleyen yıllar gibi büyümüşlerdi.
                                                                         - - -
 Adam arabayı çalıştıramadı, indi arabadan ön kapağı açtı. Güldü kadın, sisli bir yayla yolunda buldu kendini en fazla iki metre kadar görebiliyordu önünü.
Tekrar bugüne döndü.
Arabaya binip şehir ışıklarının aydınlattığı bomboş yollardan geçtiler.
                                                                         - - -
Sahil kenarında durdu araba.
Yıllar öncesinden kalma alışkanlığı olsa gerek kayalıklara yöneldi kadın, deniz hiç bu kadar sakin olmamıştı. Yüzlerini aydınlatan ay ışığı denize ancak o kadar güzel yansıyabilirdi.
İçinden konuşuyor gibiydi, birinin yine gitmesi gerekiyordu şehirden. Bu sefer istemiyordu gitmeyi, yorulmuştu. Kadın belki de kafasından üretiyordu yanına oturan adamı. Tüm yabancı hallerinden sıyrılmış kendi gibiydi adam bu şehirde. Yıllar öncesinin insanlarına döndükleri halleriyle bulundukları zamanı yadırgayacak hale getirdiler kendilerini. İnatla iki yakalı şehre peşinden gelen küçük kadın büyümüş, terketmişti adamın döneceği şehri.
                                                                     - - -
Konuşmalar duraksayarak, aksayarak devam etti.
Mahçuptular.. en çok da kendilerine.
                                                                     - - -
 Uzun zaman olmuştu aynı denize bakmayalı, güneyi bu kadar özleyecekleri ikisinin de aklına gelmemişti.
Zaman yine daralıyordu, kadını evine bırakmak için yola çıktı adam.
Bu sefer konuşamıyorlardı .
                                                                     - - -
Trafik ışıkları kırmızıya takılmadan , evin önünde durdu araba.
Dudağının kenarına bir buse kondurdu ve o kalabalık şehre doğru yola çıktı adam.

                                                                     ___

Yolda bir han bulup yaktı sigarasını, külünü içine attı.



22 Eylül 2014 Pazartesi

Bence bu vapurda yüzüne vuran rüzgarı hissetmek gibi bir şey
Denize baktığında görebildiğin kadar
İçten gülümsetebilen kadar nadir
Özlemek gibi birşey bu

21 Eylül 2014 Pazar

Sade bir hayalin yerleştiği o kentle hesaplaşmalı,
Kimi zaman vakitsiz,
Kimi zaman yelkovanla akrebin birbirine yaklaştığı aralıklar kadar heyecan verici.
Günleri geriye sararsak;
Son 3.

14 Eylül 2014 Pazar

                                                                                                                     Gelibolu-2014





hafızam renklerini kaybetmeye başlamış
etraf akustik
bir akşam bir bar taburesinden kulağıma fısıldanan bir teklifin insanı kitlemesi gibi.
zaman, sahip çıkamayacak kadar zayıf, kıymet bilemeyecek kadar nankör.
Hafıza.
anılar, renkleri soluk fotograflarda açılan bir evin kapısı oluyor
fotograflara bakıp hayal kurabilmek kadar eşsiz
keşke'siz hayaller.

12 Eylül 2014 Cuma



Fincanın dibindeki kahve yorgunluğu gibi boğazımızı gıcıklandırıyor, ses tellerimiz titriyor konuşurken. Asfalt aşırı yollar dökülüyor, baktıkça göremiyorum önümü. Biraz daha net olması için bir sigara yakıyorum.
İstersem şarkı da söyleyebilirim, biraz çekinceli ses tonum.
Ara sokaklardan geçip Pappa Cafe'de sokağa karşı filtre bir kahve söylerim, belki birkaç satır da karalayabilirim. Puntonun kalitesizliği kelimelerin gölgesinde kalır.
El yazısı, eller kadar değerlidir mürekkep farketmeksizin.
Eller konuşurken tereddüt eder belki, tende durduğu gibi cüretkardır aynı zamanda.
Şimdi boşverelim elleri, onların saklanacak cepleri vardır nasılsa.
Gözlerden söz etmeye lügat yetmeyebilir bazen. Göz kapaklarına sığınan, silüete karşı koyamaz.
Kapattım gözlerimi.
Kulaklarım bilmediğim bir lisanın sözlerini işitiyor.
Herşeyi bilmek gerekmiyor.
Bildiklerimizi inkar edip beş duyu organımızdan ibaret bir organizma olduğumuzu unutmaya zaman müsade etmiyor.
Karşılıklı güldükten sonra,
gülümsemeler oturur insanın dudak kenarına.

8 Eylül 2014 Pazartesi

Everytime

Bazen yollar heyelan oluyor, çıkmaya korkuyor insan
Düşmek mühim değil
Düş'ünden yara almadan kalkmak zor
1000 kilometrelik fay hattı üzerinde
İki şehir arası yolculuk
Vakit yaklaştıkça artıyor artçılar

1 Eylül 2014 Pazartesi

Yeditepe İstanbul



Daha yüreğime oturmadı onun gidişi. Daha öfkeliyim. Hele bir zaman geçsin de…
İnsan iyice silmek,gömmek için her şeyi bilmeli.
Gitmelerini anlarım da dönmesi ağır geliyor.
Artık çok geç,onu seviyorum. Kendimi ikna etmek için artık geç.
Öyle geçerdik ki kaldırımları, sanki bu düşenler biz değildik.
Gideceksen, ben uyurken git.
Duygular elle tutulur hale geliyor.
Gücüm eskidi hiçbir şey yapamamaktan.Tıpkı o eski silah gibi…
Üzüntü, bir hastalık gibi duruyor yüzünüzde.
Gözümüzü kırpmadan silahlarla kuşanmışız, büyük savaşlara hazırlanmışız.
Dönmediğim bir akşam sakın arama beni.
Benim tek işim seni sevmek…
Kelimelere dökmese de bin kere işitmiş gibiyim.
Ne söylesen haklı çıkamayacaksın. Sen içini rahat ettirmeye bak.
Çok uzun baktığım yollardan bir ışık göründü.
İnsanın içinden ilk gelen, ama en zor söylenen şey.
Yüreğimdeki bütün yüzler sana dönüşüyor.
Biz hayata çok güzel şarkılar söyledik, elbette karşılıksız kalmayacak.
Becerebilirse, bugün yaşadıklarından bir şey çıkaracak.
Her geçen gün biraz daha yontuluyorum.
Ben onu kendime benzetmeye çalıştım, mesele bu
Ben gidecektim asıl onun yerine.Gidilecek en uzak yere
Öyle zor bir durum ki bu, ne desem dokunur sana
Sevginin tarifi değişmiş benim için.
O, içinde yanıp sönen şey beni gösterirse, ben buradayım.
Bazen öyle şeyler canlanıyor ki gözümde, heyecanlanıyorum.
Eğer yarın sabah bana haydi gidelim derse giderim.Hiç düşünmeden…
Ben çok kaldım o tarafta, şakasını yapamayacak kadar çok
Çabuk onaramıyorum bazı şeyleri, beceremiyorum.
Her şey en güzel haline dönüyor.
O, karıştırdığım yüzlerden biri keşke olsaydı
İnsan en kolay kendini kandırabiliyor.
Hep bize bir şey olmaz deriz, tek dayanağımız bu. Çok hazırlıksızız, çok
Eşit şartlarda mı acı çekiyoruz.

















Zorunlu vedalar,aşkın zincirlerini orta yerinden koparan nedenler.Ve zamana yenik düşen boşa bekleyişler.Ardından gelen kırgınlıkların ,umutlarının hiç yere çırpınışlarının verdiği yorgunluk.
Farklı coğrafyalara, meçhul diyarlara, gidebildiğin kilometrelerce uzağa gidersin bazen.





Yüzün,hatırlamak istediğim bir çok şeyin yerini aldı. Sesler var kulaklarımda.
Konuşmalar,kavgalar yürüyüşler.
Ama düşündükçe bir yüz giderek senin yüzüne dönüşüyor. Zorlansam da şikayetçi değilim bundan.
O yüz sensin .. Başka kimseyi beklemiyorum. Hem yolun bizim eve düştü bir kere, umarım uzun zaman burda kalırsın. Çok uzun zaman.Gidecek başka bir  sebep bulabilinceye kadar.











31 Ağustos 2014 Pazar




Günaydın.
Uyandığımda kafamda Beirut çalıyordu,
Ben de birazcık gülümsedim

 Sonra aklıma beni La Tavarne de Montmarte'de kahve içmeye götüreceğin geldi.



Sokaklarında akerdion seslerini duyabiliyorsundur.
Ayakkabılarımı çıkarıp koşarsam kızma.


26 Ağustos 2014 Salı

İllüzyon beynim



Kafamın içinde Wes Anderson rüya sahnesi kurmuş her gün bir tane kapalı gişe oynatıyorum.
Major tonlarla minör tablolar ortaya çıkıyor.
Simetri takıntısını dudak kenarından gülümsemelerle birleştiriyorum.
Umutsuzluğun girişi yasak olan kayıp bir ülkede renkli dumanları olan kaçak sigaralar tüttürüyorum.
Büyük Budapeşte Otelin'nin merdiven kolçağından kayarak yolculuğa başlıyorum.
Genesis'le dansederken lsd kafası yaşatıyor homojen bedenimde.
Ela görüyorum etrafı.
Cosmos'la buluşuyoruz sonra, tanrı astronot olmuş bize gülümsüyor.
Paralel evrenin yol tarifini alıyoruz.
Yerçekimsiz ortamda yetişen radyoaktif elementler topluyoruz, bazılarını saçlarıma takıyorum.
Nebula'nın renklerine tutunup uykuya dalıyorum.

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Sonbahar







Sonbahara kurgulu cümleler geçiyor içimin şehirlerinden.

Mürekkep soğuyor bu sıcakta. Umut, arka balkonda unutulmuş bir çamaşır şimdilerde.

Geceleri düşünmek için daha aydınlık saydığın, gündüzünün karamsarlığından gökyüzüne sığınıyorum.

Bir rüya daha açıyorum içimin gökyüzüne, yazdan kalma esintili bir ada havası okşuyor yüzümüzü.

Günlerin Getirdiği bir barda yudumluyoruz birbirimizi.

Zaman seni yanıltmasın, senin alfabenin çözemediği bir dildeyim kimbilir,

ama türkçe seviyoruz birbirimizi.

Küçük bir tahta köprünün üzerinden salınmış oltalarımıza vurmuyor, mesafe farkıyla kaybediyoruz balıkları.

16 Ağustos 2014 Cumartesi

telephone call from Istanbul



Gece saat 3.
Ses telleri kırılıyor.
Havada alkol kurusu.
Adresin ben miyim?
Aklından düşüp bin parça,
Nemliyiz biraz.
İstanbul'dan geliyor telefon.
Söylese bana
Adresin ben miyim?




12 Ağustos 2014 Salı

Rüya





'Bazen kenti unutup içimin manzarasına daldığımda gelme, uçurum oluyor sonra ben düşüyorum'.
Sen ki ;
Gecemin en değerli konuğusun, rüyalarımda adın olsun.

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Bizim pencerelerimiz tahtadan, biraz da boyaları dökülmüş.
Gökyüzü açık, dizlerim morluklara ev sahibi.
Bu coğrafyanın tanrısı çok meşgul.
Bir sonraki şehre giden demir yolunun banliyösünde terkedileceğim kimbilir
Belki de saçlarım hep kesilmeyi beklemiş gibi
Çok şey beklememek lazımmış saçlarımdan
Ellerimi severdin.
Bir araba teybinde çalınmış arabesk şarkıydık seninle,
İstek şarkı hakkımı kullanamadım.
Şimdilerimi anımsayacak bir saatim yok üstelik
Gülümsemeyi unutmuş bir gelin gibi abest duruyorum aynada
Keşke diyorum
Son sigaramı ters yakmasaydım


7 Ağustos 2014 Perşembe

Bu gecenin promili yüksek , sanırım çok kaçırdım.
Gecenin fişi yok.
Farklı denizlerin kıyılarında
Kayalara vurmuş balık gibiyim

Hikaye'den

 Bir kadını öfkesiyle yargılamak en kolayıydı belki de onun için, yazılanlarının aksine aslında bunların geçmişten gelen bir korunma refleksi olduğunu bilemezdi.
Güvenini kırmışlardı kadının, bir erkeğe nasıl güvenileceğini bilmiyordu.

 Siz bir evren bulursunuz içini kurarsınız ve yıkarlar, yıllarca içinde hapis kalırsınız anlamaya çalışmakla geçen süre korkularınızı tırmandırır. Ta ki birine tekrar o değeri verebilecek kadar kumar oynama cesaretinde bulunduğunuz bir gün gelir.
Yörüngenize oturur adam.

 Başlangıçlar önemlidir yıkık bir dünyadan gelen bu kadının önüne eski hikayeler bırakmak onun gidişatını etkilemişti. Bunun için tertemiz gelmelidir insan, geçmişe dair bir iz bırakmadan. Kalbini temizlediği gibi evini de temizlemeliydi adam.

 Kolayca sevemeyen bir kadındı karşısındaki zordu onun içine işlemek, bir yaşamı kurmak yıkmaktan daha çok zorluyordu onu.
Bir sanat eseri gibi ayrıntısıyla işliyordu hislerini, bu sefer hissedebiliyordu içinde.
Bunun kadın için ne kadar önemli olduğunu küçümsemeyin.

  Güzel bir günü yaşamaktansa hep evreninde  her şeye değer biçmeye yeltenişleri, sadakati, sevgiyi, özlemi ölçme meselesi yaptığını düşünüp kadına ne kadar sığ baktığının farkına bile varamamıştı adam.
Kadın için bu değerlerin ölçüsüzlüğünü kavrayamamıştı, dengesiz bile bulmuştu onu. Böylece kadını incitmeye devam etmişti.

  Adam büyümüş olduğunu aksettirdi, küçüktü kadın onun yıllarına göre.
Kimsenin acısı kiloyla tartılmaz bayım! Gerçekliği, sanallığı kişiye mahsustur.

  Zaman işledikçe kadın en büyük korkusunu yener ve güvenir adama, farketmediği tek şey adamı ne kadar yorduğudur. Kendi içinde yaşadıklarını yenme çabası geçmişten gelen tüm sanrılarını yoketme isteği epey güçsüz bırakmıştır kadını.

  Bundan sonraki süreç karakterleri tersine çevirmiş.Tahammüler zorlanmıştır artık kadın adama bürünmeye, adam kendine yenik düşmeye başlamıştır. Kadın kendini anlatmaya çabalamaktan, adam kadını olmadığı bir suretle yargılamaya başladığı zamana kadar geçen süre ikisini de çok yormuştur.

Oysa kadın, tebessümünü en çok sol yanağına yakıştırırdı adamın.

  Birinin düştüğü yerden yanına gelip dizdize oturmaya ne kadar süre lazımdır bilmiyorum. Kadın kendi adına denemiştir. Bir adamın aklına kaos hakimse yok olmayı göze alabilecek kadar cesurdur kadın. Varolduğu aşkı adama borçludur, huzuruna tutunmak için son kanat çırpışlarıdır kadının.

 Kaçış adama göre yapılabilecek en kolay seçimdi belki de, tüm bu süreçlerden sonra kadının güvenini kalbinden söküp gitmişti. Tanıdığı adam o değildi.

 Kadın şimdi yine yıkık bir şehirde, yıkık hayallerle donuk bir şekilde parmaklarına bakıyor.
Kelimeler boğazına takılıyor, devam edemiyor.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Düş Bozumu

Nereden başlanacağı bilinmezli bir hayat artık benimkisi. Çok bilinmeyenli denklemlerin aksine x ve y kromozomlarını bir durakta bırakmış gibi.
Tüm seferleri iptal edilmiş, sigara üstüne sigara yaktıran.
Sen'li zaman dilimlerim bir koleksiyonerin titizliğinde seçici birikimler yapmış. Çıkıp gittiğin hayatımın arkasından arkana bakma cesaretin varsa, hangi enkazın altına elini koyacağını bilemezsin.
Ya da dur bir dakika.
Sen beni sığınabileceğin bir han olarak sabit gördün hep, belki de hikayenin kırılma noktasını koymayı unuttuk.
 Hanlara ulaşabileceğin bir yol varsayımında bul beni.
Yürümekten yorunulan yolun hanları olmaz. Hanları kendimiz yaratıp içlerinde şarap içeriz.
İstersen gündüzleri gece yaparız, ki ben geceleri daha çok severim bilirsin.
Üstüme giyindiğim en kararlı savaşcıydı devam edebilen, dizleri morluk içinde.
Dipler de yabancı değildi üstelik insan yanımızla yeryüzünde kırardık birbirimizi, dağılmamış kadarımla yeraltına inip çıkarabilirdim seni.
Bir cesaret daha yenilgiye uğrattı.
Tüm zaman dilimleri dahil ;
 Nereden başlayacağımı bilmeden nerede bitireceğini kestiremiyorsun.
Şimdi bu adına hayat dediğimiz kimin hayatı?

4 Ağustos 2014 Pazartesi



Gökyüzü her aydınlığında kızıllık daha da belirginleşiyor.
Saatlerce yağmurun altında oturdum.
 Saçlarımdan akan damlalar omuzlarımdan kollarıma doğru, içim süzülüyor. Sesimi mümkün olduğunca kısıtlı kullanıyordum.
Uykularım da huzursuz artık gece, sabah farketmiyor birden irkilerek uyanıyorum. Tekrar dalmam çok zor oluyor sürekli uyumak ve düşüncelerin yakamı bırakmasını diliyorum.
 Zaman bir karadelik, gün geçtikçe çevremdeki herşeyi içine çekiyor. Ellerimi bırakmama ramak kala bir melodi duyuyorum kendimi o'na sabitliyorum, şarkı bitiyor.
Zamanın beni yutmasına daha çok yaklaşıyorum.


2 Ağustos 2014 Cumartesi




Gitmenin de bir adabı vardır,
Gitmeyi seçtin.
O yüzden
Bana acıdan bahsetme.

1 Ağustos 2014 Cuma

Seni kendinle vurana
Ne yol kalır,
Ne han.

Yürünecek yolların hanları tenha olur derler, içleri şarap.
En güzel şarap bile kandıramaz şimdi.

31 Temmuz 2014 Perşembe

Evim

Üzerime çarpan şeyi hatırlamıyorum, beni bilmediğim bir zamanın gökyüzü olmayan bir yerine fırlatmış gibi.
Benim en büyük yanılsamam seni insan olarak görmememdi.. Dışarıda pimini çektiğim duyguların sonunda sana kaçıp saklanabiliyordum, sevgimin merkezi. Bir ev, atmosferim.. içinde yaşayabildiğim bir insandan fazlası olarak görüyordum seni. Bocaladığım her an' içimde katlanıyordun, kendimden çıkarıyordum hıncımı. Düşe kalka ögreniyordum..
Sonra bir zaman geldi evimin kapıları yüzüme kapanır, odandan odana geçemez oldum. Pencere önleri benim kaçış noktamdı.
En güzel yerindeydim işte evin.
Evimin zemininin sallandığını bile bile kaçmadım içinden, kaçtığım herkese herşeye inat sonumu bekledim.
Kapılarını zorladığım her an bir kaosla karşılaştım, ben diğer odada kendimi rehabilite ederken.
Senin odaların kafanının içi, kaosunun merkezi. Dahil olmaya çalıştım..
Evimi çok sevdim.

Ve ben bir gün pencere kenarından dışarıyı izlerken beni aşağı attın.
Bu ölüm gibi bir şey.
 -ama hala tüm acıyı hissedebiliyorum.
Aşağı baktığında zeminde değilim beni nereye attığını bilmiyorum nerede olduğumu bilmiyorum.

30 Temmuz 2014 Çarşamba

Kadıköy bir ülkeydi, Moda başkentimiz.
Tutamadığın evin tutulmamış sözünde, pencere kenarı koltukta bıraktık hayalimizi.
Ben bir daha pencere kenarlarına koltuk koyamayacak kadar ürkeğim.
Bu senin yükseklik korkunla karıştırılmamalı.
Sen o pencereden beni aşağı attın.

24 Temmuz 2014 Perşembe

Oda

Saçlarım uzuyor.
'Kızıldan turuncuya doğru kesmek istiyorum..'
Sigarayı bırakacağım dedim.
'Hala kitaplığımın arasına sıkıştırılmış sigaralar var.'
Odamın duvarlarına birşeyler yapmalıyım.
'Ne kadar kalabalık olursak o kadar iyi.'
Yaz bizim burada çok uzun sürüyor.
'Balıkçı tekneleri beni karşı iskeleye geçiremez.'
Burada vapur da yok.
Duvarlarımı bordoya boyadığımı söylemiş miydim?
'Sabah uyanıyorum, akşama batıyorum.'
Kıyafetten koltuğumun üstünde saatlerce oturabiliyorum.
'Burada kimse yok.'
İnsanlar çok uzakta.
'Konuşmak gelmiyor içimden, ağlamak gelmiyor'
Ne kadar az düşünsem, o kadar iyi.
Gözümü açıp kapatıyorum.
'Yine aynı odadayım'

17 Temmuz 2014 Perşembe

Sana kalsa bencillikten öteye gidemedim. Çoğu zaman kendimle ilgili cümlelere bile nereden başlayacağımı bilemezken kendinle ilgili imlalara takıldın.
Aforizmalarım, simgelerim ve tüm bu komplike gelen her şeye dair çok sade anlarım, anılarım oldu. Bir tek kendimi süzemedim sanırım.
İnsanız ya, bir yerde karmaşaya kapılıp gitmek bizim görevimiz. Erteleyip, uyuşturduğumuz benliğimizden tut inkarlarımız, yenilgilerimize kadar bizi biz yapan unsurları yadırgadık hep.
Hep bir eksiklik bulma peşindeydik.
Böylece yıllar geçti, boyumuz uzadı aklımız takıldı, içimiz daraldı bunaldık çoğu şeyden.
Yetiştirme yurdundan alınmış birer çocuk gibi büyüttük birbirimizi satırlarda. Korkularımız da oldu, kuşkular beynimizi kemiren kuşkular..
Zaman da birikmiyor artık. Ne yaptıysak dünden yarını kestiremiyoruz öyle ki bunun için çabalamıyorum da.
Geleceğin bilinmezcilik amaçlı kullanıldığı bugünlerde, rehabilite ettiğim kendim olsam da yine de şaşıramıyorum.
Geceyi uyuma amaçlı kullanıyorum.

11 Temmuz 2014 Cuma

Sayfa

Pencereden dışarısı akıl hastanesinin bahçesindeki rahatsız edici sessizliğinde.
Birisi bir çığlık atsa kaçıp gidecekmişim gibi.
 
Eşyalarıma dokunamıyorum, sadece duvarların rengi güzel. Sandık dolusu kurumuş bitkiler, turuncu hava.
Kendimi yabancı olduğum bir çok duyguya uzaktan bakarken yakalıyorum.
Umarsızlığımdan yakınıyorum.
Zamanı eskisi gibi kandıramıyorum artık.

Sanki bu büyük oyunun son perdeleri kancalara takılmış tutukluk yapıyor.
Tüm figürenların şaşkın bakışları arasında bitişi selamlıyoruz.
Fakat bir şeyler ters gidiyor..
 
Seyirci gitmiyor,
Perdeler kapanmıyor,
Bense hala sahneden atlayamadım.

7 Haziran 2014 Cumartesi

Köprü

Kıştan kalma günler yaşıyoruz.
Köprünün üstünde hiç karşılaşmadık üstelik.
Sıcak ama kapalı şu hava bana şubat grisini, mart keskinliğini, gece sislerini hatırlatıyor. Boğaz köprüsünü gece geçmeli bir de derdim, akıl gibi sis dolu.
Yüksek bir uçurum gibi yalnız, şehrini kaybedecek kadar güçlü. İnsanlar şehirlere benzermiş, korkardık.
Bu kadar kalabalık olunur mu yahu?
Biliyorduk ki böylesine kalabalığın tek kahramanı tenha çıkardı. Böylece şehir hep terkedilmiş olurdu, yani birileri hep giderdi.
Bir ipte iki cambazdan biri bu suya atlamayı mutlaka göze almıştır dedik.
Çakılmanın da bir adabı vardı, dalınca hemen çıkamıyor insan. Nasılsa her gün vurgun yiyoruz yeryüzünden.
Umursamamayı öğrenince işler kolaylaşıyor, siz istediğiniz üzere acımasız deyin.

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Bardak

  Bu sefer hesaplanmıyor, tarihsiz not düşülen satır aralığı cümleleri.
Bölünmenin tüm zamansızlığını yaşıyorum. Bir tarafı kör nokta göremediğim, diğer tarafı görünmez kıldığım.
Demini almış bir renk gibi beliriyor düşüncelerimin arasında, kendini ne tarafa koysa bilinmez.
   Terazinin ayarsızlığına duyarsız hem de biraz tedirgin.
Bir tarafıyla kılıfına uygun beyefendi, diğer taraftan serserilere sokak dar ediyor.
En güzel tarafı bu işin, tamamen tanımadığınız bir kimlik üzerine varsayımlarda bulunmak.
Çift kişilik yalnızlık olmaz.
Yalnızlık üç kişiliktir.
Birine dolsan, diğer taraf boş.
Bu bir bakış biçimidir, görünüşe tezat.
Ya da bu bardak kırılır.
Dolunun boşa karşıtlığı ortadan kalkar.

28 Nisan 2014 Pazartesi

Kurgular üzerine

Sesi gece gibi olan adam en çok gecelere yakışıyor.
Saçları inadına siyah, zifir gibi.
Parmakları birbirine nizamla dizilmiş,
Kadeh tutuşun zarafetini bir dişinin elinden nasıl alındığının,
Yudumlarına tezatla boğazından akması gibi.
Dengenin ayaklarımızın altından kayıp gittiği an'larda
Birer sigara yakıyoruz.
Parmakları demiştim..
Tütünü farklı kavrıyor.
Kalp atışlarının odaya sığamadı o an pencereyi açıyoruz
Dudaklarımızda dumanlar geceye dağılıyoruz.
Sessizliğe inat, ritim tutuyor ses telleri
Pencereden dışarı tutuyor kollarımdan
Kahkahalar armağan ediyoruz.
Sesi demiştim..
Geceleri duvarlarda sesi çınlıyor.

17 Nisan 2014 Perşembe

Uçuş Serbest

İnsanlık suçu olarak görülür kaçmak, kaçabileceğin en ağır suçtan üstelik. Adı insanlık konmuş.
Rüzgarın tokat attığı günler dağılıyor, güneş batmaya mahkum. Yalnızlığın binbir rengini içinde barındırıyor deniz. Mavi, kimilerine huy olmuşken bana şimdilerde sadece yanılsamadan ibaret geliyor.
Tüm ezberleri bozuyor zaman, inanmadığım kavram.
Sokaklarını karıştırdığın yerlerin, büyümenle orantısını sunduğu güneş şehrini hatırlıyorum. Daha güneye uzuyoruz. Kollarımız uzuyor. Bacaklarımız uzuyor.
Hatrı sayılır bir geçiş sunuluyor önümüze.
Marta'yı öldürelim diyorum.
Köprüleri yakmalı.
Adımlarımı saymadığım yaşlara basmalı.
Kadehlerin geçersiz sayıldığı dudaklar izmaritle sıvanmalı. En çok parmaklarını kırmak istiyorum. Parmakların tutamadığı kalemlerden tut, tütünlere kadar bir kırılış yaşanmalı.
Çarşafları değiştirip şehirleri ayırmalı.
Yeryüzünden yemeliyiz soğuğu, düşebildiğimiz kadar zemine.
Uçuş izni serbest, yasaklarınızı siksinler.

15 Nisan 2014 Salı

Küt olsun

Bir kadın saçlarını kestiriyorsa hayatında büyük değişikliklere adım atmış demektir, bir de yürümekten usanmıyorsa emin olun fazlasıyla yorulmuştur.
Saçlarım uyandığımda omuzlarıma dökülmüyorsa artık ard arda yakılan sigaraların umarsızlığına dahildir. Sanırım fazla yorgunum düşünmekten, kendimden ve hayatımdaki zehirli tüm maddelerden. En son vapuru kaçırdıktan sonra arkasından bakan ben olmayacağım.
Üstüne de oturup sigara yakacağım.
Şimdi hayatımdan siktir olup gidebilirsiniz.

18 Mart 2014 Salı

Sanık

Takvimin kaçı gösterdiği geceyi vurgulayamaz. Saatlerin de geceye odaklı geçişine gözlerimi kırpmadan saygı duyarım. Tavanı kapatan bir gökyüzü mevcut değil. Böylece ranzayı terkederken ağır demir kapıyı aralarım.
Ceplerimi arasan üstümden çıkacaklardan sorumlu tutulacağım ve inadına çakmağıma dolar rüzgar.
Basamakları kıvrılarak yeraltına uzanan merdivenlerden koşarak inen ben değilmişim gibi kilit üstüne kilit vurmuşlar.
İçerisi çok kalabalık.
Dışarısı tenha mı sanki?
Şakaklarım zonkluyor migrensiz başımda, küre şeklinde demir parmaklıklara kapatılmış kurtulacağım güne düşünce çürütüyorum.

14 Mart 2014 Cuma

İzdüşüm

 Kurgusu değilim hayatların, egosu değilim benliğinizin.
Hiçbir yerine koyamadınız aidiyetinizin, mülkiyet kuramadınız üstümde. Anlaşmalarınız fes oldu, çöktü zamanınızın zemini. Hiçbir kılıfa uyduramadığınız gibi egemenlik kuramadınız zihnimde.
Gitmelere takıldınız, belirsizliklere dağıldınız.
Zamansızlığıma ayak uyduramadınız çoğu zaman.
Düzen karşıtları, özgürlük savunucuları, düşünce yoksunları özendiğiniz hayatlara çatıdan bakıp üstünüze bir sigara yakıyorum.
Raydan çıkmış her kaza faili meçhul kurtuluşlar getirir.
Yürüyorum, yollar benim.
Dizlerinizi silin.

10 Mart 2014 Pazartesi

Ütopya

Becerebildiğim en güzel şeydir gitmek.
Bilmediğiniz bir coğrafyaya gideceğim kalanların ardından , mülkiyet hevesiniz zamanda asılı kalacak. Bir rum meyhanesi olacak içinde geç zamanlardan melodiler, taburelerimiz gıcırdayacak.
Gecenin kumsal ateşini yaktığı, sıcak toprakları olan bu yerin evleri olmayacak, gökyüzü başlayacak yeryüzünün bitiminden.
Serin rüzgarların estiği kızıl güneşleri batıracak bu kara parçasında hayal kurmak bedava olacak.
Satın alamayacaklar kelimelerimizi, kumlar dolacak parmak aralarımıza.
Saçlarımız bitki şöleni.
Renklerin kısıtlanmadığı bu yerde mızıka sesleri duyulacak, nota kaygımız olmadan.
Ritmin olacağım şarkılarında, şaşırıp kalacağız zamana.

2 Mart 2014 Pazar

Haddime ;

Kimsenin kimseye vefa borcu olmadığı bir ilişki çemberine takılmış bireyler tanıdık, kişilerimiz oldu.
Birbirinin hayatından çıkmanın son derece kolay olduğu, itibarın içinin boşaltıldığı bir yazı dizisi adeta. Bir bardak çayını, sigaranı paylaştığın dostun ağzının ayarı kaçtığı zaman insanın içinde şehirler çöküyor.
 Fevriliğine küfrettiğim günlerdendi bugün. Keşkeye başvurmadan giriş yapsam alınmaz umarım. Ah kadın! düşünce süzgecinin delindiği kelimelerin kayıp bilmezsin.
 Eskisi gibi olunmayacak öyle bir cümle biçtin ki, ben seni tanıdığımla kendime çarpıştım.
İnsan merkezli düşünüyorum, anlam vermenin tüm sınırlarını kaldırarak aklımdan. Kanatları kırılmış bir kuş düşer pencerene, alır günlerine iyileşmesine dahil olursun, bir köşesinden paylaşırsın hayatını..
 Aklının takıldığına haddimi aşmış oldum, kimbilir neleri aşmışken birlikte.
Kimse kusura bakmasın şimdi, haddimi belirlemek ne haddine

13 Şubat 2014 Perşembe

Gürültü Koridorları

   16 kapılı bir koridora açıldım. Sabahtan geceye, sokaktan çatıya.
 Yangın merdivenleri balkon niyetine ışıyan, rüzgardan kapıların camlarını kırarcasına kapanan kapıları.
  Otoportreler asılı çamaşırlık tellerinde, nice telefon konuşmaları.
Nice kahkahalar, nice gözyaşları.
Geceleri ayak sesleri, sigara dumanları koridorları.
  Gürültü Koridorları birkaç adım kala şehre açılan, köşeleri tutulmuş sohbetlere konaklama sağlayan.
İnsansız hava sahası kimi zaman, inceden söylenen bir şarkının yankısı.
Gürültü Koridorları
Benim gözümden hep kızıl lambaları.


7 Şubat 2014 Cuma

Yolcular

Biraz dağınık bıraktım.
Yolcular hep dağınıktırlar ki bize yolculuklar mübah kılınmış .
Biz biraz arabesk, biraz pazar sabahı, bir çift misafir terliği gibiyiz aslında. Arabeskliğimizi örtbas etmeye çalışma gereksiniminden yoksun, senin limansız bir gemi olduğun gerçeği kadar sek doluyoruz bardaklara.
Ne kadar toplamaya çalışsan da dağılacak bu hayatlar bırak dağınık kalsın.
Çakma düzenler yaratıp düzensizliğe aç toplumlar arasından bir pencere açıp tütün saralım çakışan manzaralara.
Zaman lafını aksettirmeye gerek duymuyorum artık. Kavramlar içleri oyulmuş, doluya koysan boş kalacak..
Bana göre doğuda olan sensin ki doğur güneşi, akşamı bana bırak batırayım tüm kızıllığıyla tüm batıya.
Bir de Sezen hanım çok içli söylemiş, şimdi ona da ayıp olmasın.

5 Şubat 2014 Çarşamba

Bank

Bir kentteyim. Güneşe daha yakın turuncu günlerin olduğu bir kent. Öğlenden çıkıp yola güneşi batırana kadar adımlıyorum, sağ şeritten insanlar akmaya devam ediyor.
Tuz kokusunu nadir aldığım doldurulmamış yerlerden kayaların yosun tuttuğunu görebiliyorum.
Kendimle yüzleşiyorum bir kez daha tanıdık bir yerde tanımadık zamanlarda. İmgeleme dilini iyi kullandığımız o yıllarda anlamlar yüklediğim herşey biraz daha uzak.
Sayfaları çeviriyorum.
Aidiyet duygusunun yabancılaştığı bu günlerde içgüdüsel
ilerliyorum. İnsan olduğu yerde değil, hissettiği yerdedir. Buralardan çoktan gittiğimi hatırlıyorum.
Değişmeyen bir tek banklar kalıyor geriye. Bankların insanları her daim biraz yalnızlık kokarlar, dünü bugünü ve yarınıyla.


19 Ocak 2014 Pazar

Belirsizliğe ithafen;

  Sürekli geçip durduğum sokağın eski cumbalı evlerine konuşlanmış barlarına ayak alışkanlığım vardı, hatta ilk zamanlarda pastel renkleriyle öne çıkan üç katlı evlerin merdivenine oturup bir şişe şarabımla sokağa birkaç basamak kala şimdi buradasın yabancılaştığın tüm değerlere karşın birkaç sene sonra bunları sindirmiş olacaksın dedim kendime.
  Sokağın başından üçüncü kapı olan bara daha önce girdiğimi hatırlayamadım hiç, bir cuma akşamıydı Mayısın ortasını çoktan geçmiştik bile. Üst kattan birer tabure beğendik kendimize, saçları beline kadar uzanan bir kadınla, kız kıza çıkılıp dertleşilen akşamlardandı, günlerden cuma.
  Barın kapısından girdiğim ilk dakikadan kafamı kaldırıp onunla göz göze gelişimin arasından geçen süre içinde yaklaşık iki yılın senaryosunu yazmış bulunuyorduk.
Barmenin yüzüme bakışından sonraki usulca kafasını önüne eğişi o günden sonra aklımdan çıkmadı.
Üniversitenin her zaman oturulan yerlerinden kalkıp köşebaşını döndüğüm o gün yüz yüze gelişimiz de tesadüf olamazdı, meğer birbirimizin sınırları içinde zamanlamayı bekliyormuşuz.
  Birbirimizle konuşmadan imgeleme kullandığımız yazılara kadar, dinlenilen şarkıların melodileriyle dolduk bir yaz geçti, o yaz sonu o adamın hayatına dahil olmaya gittim.
Aynı çatının altında bir yılı aşkın günlerimiz, saatlerimiz, mevsimlerimiz oldu.
Tutkunun yüksek dozlarda yaşanıldığı aşkları küçümser gibi yaşardık, bizim dozaşımına dahil yaşantımızda. Camlar kırdık, kafalar kırdık, kalp kırdık ama vazgeçemedik, kin tutmayı bilmeyen iki kafanın içinde. Çatısı olan her yere ev diyoruz nasılsa, uykumuz olduk gecelerimize, sabahlarımıza.
Baştan aşağı inşa ettik bu hissi, temelden çalmadık ki katlarımız sallanınca yıkılalım.
Modanın burnundaki bir banktan adalara sevdalanırdık, Kadıköy sokaklarına dökülüp tüm sarhoşluğumuzla şarkılar söylerdik.
Yaz geçti, yıl sonunda Egeye bıraktık bir yılın yorgunluğunu. Kasım gelsin istemiyorduk, adam gidecekti çünkü.
Kasım geldi. Saçlarını kestik, saçlarımı keseyim istedim.
Bir örgü aldım yıllarımızdan uzun..
Biliyorum ki o adam benden 266 kilometre uzaklıkta oluşunun bunalımında obsesifliğe yenik düşmek üzere..
Puslu bu zamanlarda kafamızın içinden geçen tüm olumsuzluklara karşı kendimi kapatıp kör ve sağırı oynuyorum. Dışarıdan iyi göründüğümü biliyorum.
Kalan 3,5 ayın hesabını günlere vurmayacağım, tüm bunlar bittiğinde sen Kadıköy'e gelip yine bana 'Kadınım' diye sesleneceksin.
Ben?

12 Ocak 2014 Pazar

266 Kilometre

Bir adam oturmuş içimde, aklını ellerinin arasına almış, parmaklarıyla bir sigara yakıyor.
Yakını uzak eden mesafelere dağılıyoruz. Gecelerin ayazında nöbet tutuyor düşüncelerime,tutsak ediyor yarınları.
Yakınları uzak eden zamanlar var. Saatlerden hep alacaklı çıkıyoruz. Denize kıyısı olan bir yerlerde tütün kokulu elleriyle dünyayı gözlerinin çekikliğine bırakmış, nefesimi daraltıyor.
Biz bir bankta oturmuş adaların varlığına sevdalanıyor, başımızı koyduğumuz omza evler inşa ediyoruz.
Sözcükler sonuna noktalar koyamıyoruz, imlamız eksik kalıyor.
Ben burada kenarından baktığım hayatlardan yoruluyorum.
Varlığına inandıklarım uğruna sana direniyorum.

 Oysa zaman hep kendi bildiği gibi işlerken, onun hangi noktasında durduğumu bilemiyorum.  Gerçekçilik o kadar hızlı akıyor ki yaşadığım tüm...