22 Temmuz 2019 Pazartesi

Yön


Hafızamda biriken onlarca kelime
Duvarları ahşap, duvarları mavi boyalı odalar
Küf kokulu apartman merdivenleri
Çık çıkabilirsen
Bir şarkı tut senin olsun
Yolculukta bağıra çağıra
Deniz kenarında mırıldan
Balkonundan atla sonra
Cüretine rakı doldur
Söyle ona meyveleri dilimlesin
Eski dostum sezen açardı
Ben nazan'ı severdim açık havada
Tekneler kalkardı aklımdan
Hüzünle sallanan güney sahillerindeki o balıkçı tekneleri
Bir hayal kurarsın tenha sokaklarında
O evlerin kapıları çalınmaz artık
Çatısı olan her yere ev diyoruz nasıl olsa
Sessiz
Mecaz değil, hicaz makamında sessiz sessiz oturuyor silüetim
Tüm geride bıraktıklarıma sitem eder gibi
Ya reddediyorum ya da kabulleniyorum tükenişi
Atalet duygusu kaldırıyor kollarımdan tavana
Sabitleniyorum
Koşmak istiyorum
Dizlerim çözülene kadar koşmak
Yönümü nereye çevireceğimi bilmeden
Kuzey Güney Doğu Batı
Evim burası diyebileceğimi bilmeden

Bir gün.. belki bir gün

Küçük bahçeli bir evim olacak. Çitlerini kendim boyayacağım.  Bir gün, beni ziyarete geleceksin ve ben sana özenle hazırladığım bahçede çay ikram edeceğim.


12 Haziran 2019 Çarşamba

Zaman








Taslağını çizip bozduğum bir yoldayım, tüm şeritler akarken kenara çekmiş gelen geçeni izliyorum.

Durup dinlenmekten sıkıldığım bir yol bu, devam eden hayatlarına kaç kişi uğurladım,

litrelerce su içtim.


 Kilometrelerce zaman.


Gidip gelinen şehirler, sokaklar, evler

Evlerin kendine ait kişilikleri vardı, eskiden her şey canlıydı.


Nerede kaybettim yönümü?

tadınık bir mahallede bilmediğim diller konuşulurdu, dükkanlar açılıp kapanırdı.

uzak eski bir mahallenin sonunda tren rayları vardı, onları da söküp attılar.


Yeni şehrin gürültülü raylarında seyahat ediyoruz şimdi, tanıdık bir duygu yok. Büyük saat işlemeye devam ediyor.

Son gitmekle gelmiyor.


Anımsıyorum bazen karanlık odada dumanların arasındaki dansı, kahkahaların çınlattığı duvarları.

bu odada bir kahkaha atsam karşı duvara çarpıp üstüme geliyor. Sakın çarpılmayalım.


Manzaralar düşlüyorum, boynuma ağır geliyor. Kaç renk şu gökyüzü?


Her gün yeni bir farkındalığa uyanıyorum. Farkındalık belirsizlikle çarpışıyor.

belirsizlik adresini değiştirmeye çalışan o yolda kalıyor.

Sesin yolculukta.

6 Mayıs 2019 Pazartesi

tik tok tik tok

 
  Eğildi, büküldü beli bu hayatın da bir ben sendeleyerek yürüyormuşum gibi geldi uzun zaman. Koştum da doyasıya, sanki geç kalırcasına koştum. Tüm o süreklilik hissinin sahip olabileceği belirsizlikten kaçar gibi koştum.
    O akşam treni bir kez daha kaçırdım dediğim soğuk bir gündü ve yorgunluk tüm ağırlığıyla ayaklarımda toplanıyordu. Bir sigara daha yaktım, eve yalnız dönmenin verdiği histen daha farklı bir his kapladı içimi. Aklımda bir insan kaç yerinden kopar da attığı düğümler boğazına takılırsa o kadar yutkunuyordum. Sonra yatağın soğuk kısımlarını keşfe çıkıp ayaklarımı hareket ettirerek uyuyordum.

     Yine bir zaman dilimi içerisinde saati savıp günlere vurdum. Kendimi en çok kendimle vurdum. Açtım dolap kapaklarını renklerine kanmadan giyindim,beğenmedim soyundum. Çırılçıplak kaldım ne zaman olduğunu bilmediğim tüm morluklarıma dokundum, kendimi böyle kabul ettim.  Ben aslında en çok eksikliklerinizi sevmişim, tüm savaşım kendimleymiş. Yormuşum, hırpalamışım, dizlerimin üzerinde ne dizeler dinlemişim de iflah olmamışım. Bam! öyle bir an geliyor ki hislerimin boğazına halatları geçirip sıkıyorum. Hisset! bağır çağır ama hisset. Sonrası büyük bir patlama anında çınlama gibi doldu zamana,
çoğu zaman yerde yatıp can çekişirken kenardan baktım kendime.

Kaldırdım kafamı, içinde bulunduğum tüm kapalı-açık mekanlarda bunu yapmaya başladım. Bir nefeslik ara verir gibi, kendimi bunalmış hissettiğim anlarda kaldırdım kafamı yukarı 'zaman geçiyor, burada sabit değilsin, insanlar sabit değil, insanlar değişiyor ayaklarını bastığın zemin değişiyor, zaman geçiyor.'

    Zamanı hor kullanıp ne kadar insan tanımışım aslında, tanıyamadıklarım yüz yüze gelinen zamanla bir tokat gibi çarptı yüzüme. Bu dedim nasıl ittifak? Boğulmaktan korkmadan hangi okyanusta yüzmüşsünüz? Tekneler alabora!
    
     Gecenin en çok bu saatlerinde yükseliyorum. Yazı karakterimin bile değiştiği gerçeği algımın dışında kalıyor. Tuhaf bir farkındalık yakalıyorum bu kez. Aynı dili konuşan insanlar farklı mekanları tasvir ederken yoruluyorlarmış.

Yaşıyoruz işte! İçimdeki uzamın var olmayan bir boyutunda, bu eksik gerçekliğimizde sakındığım düşlerimde.

Şimdiye dönüyorum sersemlemiş halde. Duvara asılı kalmış Anafel'in varlığını bir an aklımdan çıkarmışım, mülkiyet kavramını şu an yerle bir edemiyoruz ne yazık ki, bir an önce havaya karışman gerekiyor derken içimden sana gıpta ediyorum, uçmanın en anatomik halinde..

  

18 Şubat 2019 Pazartesi

  Günaydın memur bey.
Sabahları nedense kemik ağrısıyla uyanıyorum, benim için ani uyanışlar geçmiş tüm seslere kapalı bir kutu gibi yorganın altından çıkamıyorum. Çok geçmiyor 10 dakika mayışma sürem var kahvaltıyla aramda önce tek gözümü açıyorum;
yanıyor.
ışıktan gözü yanar mı insanın.
kapatıyorum sonra diğerini açıyorum böylece güne alışma sürecim böyle başlıyor. Kaseti ileri sarıyorum sonra ilk sigarayı yakıyorum aklımdaki kendimi içeriden öldürdüğüm düşüncesi buradan kilometrelerce uzakta dolap üzerindeki kutudaki kitap ismine takılıyor, aniden anımsanan şeylere tebessüm edip söndürüyorum.
 Uzun süre geçirilen mekanlarda zamanın nasıl aktığını kavrayamadığım yaştayım. Bir öğleden sonra çıkıp gidiyorum evden derinliği fazla metro istasyonunun merdivenleri bitmek bilmiyor her zamanki gibi nefes nefese iniyorum sanki kaçan metronun 4 dk aralığı hayatımdan bir şey eksiltecekmiş gibi zamanı iyi kullanmalıyım takıntıma yenik düşüyorum yine. Evde oluşan yeni dünya düzeni için zamanı iyi kullanmayı kısa zamanda kavradım artık. Metroya biniyorum bir süre geçiyor bir gariplik olmalı, durak aralarını ezberledim ve 4. durakta yeryüzüne çıkmamız gerekiyor. O an tam ters yöne gittiğimi fark ediyorum hissettiğim duyguyu da içimde bastırmaya çalışıp koşar adım merdivenler ve doğru istikamete atıyorum kendimi.
 İniyorum ve üniversiteliler dağılmış, bir nefes alıyorum aslında dağılan benim. Hava yine serin soğuğun kokusu vardır bilir misiniz büyük şehirlerde insanın burnuna burnuna gelir. Ellerim cepte bir bara giriyorum önceleri tek başıma kahve bile içmekten hoşlanmayan ben artık sabit bir noktaya takılmadan oturduğum tabure üzerinden insanlara yeni yeni karakterler verip duyduğum cümlelerle hayal gücümü birleştiriyorum. Susmaktan sesim içime kaçmış sanki bir tane daha alabilir miyim derken duyduğum sesin benim olduğuna inanmakta güçlük çekiyorum, çıkarken aldığım paketin yarısını barda bitiriyorum mezzo sopranodan dramatik altoya geçmeliyim bir süre sonra.

Sonra bu olaylar eksik yada fazla kendini zaman içinde yine tekrarlıyor.

Ben diyorum kendimi çok mu hafife almışım bunca zaman yada zaman sarmalı içinde kendime neler yapmışım böyle? Sonucuyla karşımdayım aynada gördüğüm kadını artık tanıyamıyorum anımsadığım, inandığım belli yerler kaybolmamış. Fakat beni ben yapan yerleri yontmuşum, baktığım yönü, zihnimi, tüm beklentilerimi bir köşeye atmışım da baş rolün ben olmaktan çıktığı bir hayatta ilerliyormuşum.
Metrolarda ters yönlere gidiyor, zaman kaygısıyla geçip giden zamanımı toplamaya çalışıyormuşum. Ayna karşısında gülümseme idmanı yaparken farkettim gözlerimin yanında çizgiler kaybettiğim zamanı anımsatıyor bana. O gülümsemeyi takınıp salona girdiğimde 'hoşgeldiniz' demekten yoruluyorum.

https://www.youtube.com/watch?v=AJAY64miNWk

 Oysa zaman hep kendi bildiği gibi işlerken, onun hangi noktasında durduğumu bilemiyorum.  Gerçekçilik o kadar hızlı akıyor ki yaşadığım tüm...