9 Ekim 2020 Cuma

Tanrılara

 Metropollerde yaşamaya alışmışım şimdi burası terkedilmiş büyük bir tatil kasabası mevsimler kendini şaşırmış, o çok sevdiğim yaz tırnaklarını geçirmiş bu topraklara.

Büfedeki abla hangi sigarayı içtiğimi bilip çıkarıyor tezgaha, o kadar az insan işte. 

Vakitli vakitsiz kapı çalınca ufak bir tedirginlik alıyor içimi, tek başınalık sınırlarımda kim bekliyor 

Güneş saati var buranın denizin rengini değiştiriyor sabah öglen akşam, takıntılı bir seyirciyim terasın manzarasında. 

Onlar huzuru ararlar tenha sokaklarda, sessiz mahallerde bense şehrin kalabalığını özlüyorum. Metrolardan akıp giden insanları, kalabalık caddeleri, sahildeki çimlerde bir parsel kalmış alanları, en çok da vapurları. Bu limandan kıbrısa bir martı sürüsü olsun isterdim. Beklemeye alınmış trenler, rayların akışı..

Rutubet kokulu bir binaya girmeyeli uzun zaman olmuş, şu rutubet kokusunu çok severim.

Uçurumları da çok severim. O kadar çok uçurum var ki burada vadiyle, denizle birleşen. İçimde ufacık bir adrenalin kıpırtısı yaratan şeylere kayıtsız kalamıyorum. Yaşadığımın farkına varma istemi bu, üzüntüler de uçtur mutluluklar da bu kavramların normal dozajı bana yetmiyor.

Kimse yetinemiyor içten içe bunu biliyor normalize etmeye çalışıyoruz, ne doyumsuz varlıklarız. Hepimiz kendi hayatımızın küçük huzursuz tanrılarıyız. 


 Oysa zaman hep kendi bildiği gibi işlerken, onun hangi noktasında durduğumu bilemiyorum.  Gerçekçilik o kadar hızlı akıyor ki yaşadığım tüm...