12 Eylül 2014 Cuma



Fincanın dibindeki kahve yorgunluğu gibi boğazımızı gıcıklandırıyor, ses tellerimiz titriyor konuşurken. Asfalt aşırı yollar dökülüyor, baktıkça göremiyorum önümü. Biraz daha net olması için bir sigara yakıyorum.
İstersem şarkı da söyleyebilirim, biraz çekinceli ses tonum.
Ara sokaklardan geçip Pappa Cafe'de sokağa karşı filtre bir kahve söylerim, belki birkaç satır da karalayabilirim. Puntonun kalitesizliği kelimelerin gölgesinde kalır.
El yazısı, eller kadar değerlidir mürekkep farketmeksizin.
Eller konuşurken tereddüt eder belki, tende durduğu gibi cüretkardır aynı zamanda.
Şimdi boşverelim elleri, onların saklanacak cepleri vardır nasılsa.
Gözlerden söz etmeye lügat yetmeyebilir bazen. Göz kapaklarına sığınan, silüete karşı koyamaz.
Kapattım gözlerimi.
Kulaklarım bilmediğim bir lisanın sözlerini işitiyor.
Herşeyi bilmek gerekmiyor.
Bildiklerimizi inkar edip beş duyu organımızdan ibaret bir organizma olduğumuzu unutmaya zaman müsade etmiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 Oysa zaman hep kendi bildiği gibi işlerken, onun hangi noktasında durduğumu bilemiyorum.  Gerçekçilik o kadar hızlı akıyor ki yaşadığım tüm...