Biz, dekorları yıkılmış sıradan insanlardık. Gerçeğe kılıf uyduramıyorduk artık. Güne uyup kendimizi yıkıyorduk. Konuşmaya mecalimiz kalmamış gibi, bir dinleme devinimi içinde bulurduk kendimizi.
Pencerelerimiz koyu perdelerle örtülü, dışarıyı kapatır gibi odayı genişletirdik. Ayakta durmanın çeşitli yolları vardı. Uykularımızı yıkardık.
Söz geçirilmeyen tek şey düşünceydi. Genişliği içinde kaybederdik kendimizi, yapabildiğimizden çok daha fazlasını yıkardık. Üstelik zahmetsizce.
Böylece farkındalıklarımız artardı. Ne kadar farkedersek o kadar karmaşıklaşıyordu. Algılarımızı mı kapatmayı deneseydik. Bir süre sonra kendiliğinden rayına girmiş bir körlük içinde bulacaktık kendimizi.
Körlük sürecinde birçok şeye çarpıp kendimizi dağıtabilirdik. An'ın verdiği hissizleşmeyle birlikte tekrar düşünülmeyle son bulacaktı bu dağınıklık.
Sonrasında kimimiz enkazlarının peşinde, kimimiz dizlerinin üstünde ayakta olduğunu varsayacaktı. Aslında bir varsayımdan ibaret olduğumuzun farkında bile değildik.
Bize göre gerçekliğimiz rahatsız ediciydi, kendimizin eleştirisi el değiştirmiş ağızlarda yinelenirken biz sessizliğimizi koruyorduk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder